10 Ekim 2018 Çarşamba

Spartathlon 2018 Yarış Raporu


Spartathlon 2018… Nereden başlamalı, nasıl anlatmalı? Yarıştan beş gün sonra duygularım normale döndükten sonra bilgisayar başına geçip 1.5 saat oturdum ama birkaç satırdan fazlasını yazamadım. Sanki iki üç yarış birden koşmuş gibi hissediyordum. Öncesi, sonrası ve kendisi ile Spartathlon duygularımı başka hiçbir yarışta olmadığı kadar uyaran bir yarış. İyi de koşsanız kötü de koşsanız bu büyük bir duygu yükünün altına girmeniz kaçınılmaz. 

Başlamadan önce bir iki kısa not: Daha önce de söylediğim gibi bu raporları önce kendim için yazıyorum. Bu bencilce gibi gözükse de beni kendime karşı dürüst olmaya zorluyor ve yarışı sadece duygularımla veya sonucuna bakarak değil mantığımla değerlendirmemi sağlıyor. Bu raporlar zayıf ve güçlü yönlerimi değerlendirip kendimi geliştirmem için birer araç. Başkalarının da işine yarıyorsa ne mutlu. Bu yüzden uzun veya kısa gibi limitlerim yok. Ne kadar gerektiğini hissediyorsam o kadar yazıyorum. Kısa versiyon istiyorsanız sosyal medya hesaplarımda özetler var. 

İkincisi de Spartathlon hakkında daha önce hem Türkçe hem İngilizce olarak ince bir kitap boyutunda yazılar yazdım. Gereğinden fazla uzun olmaması için birçok şeyi burada tekrar etmeyeceğim. Eğer ilgileniyorsanız sayfanın sağ üstündeki Spartathlon sekmesinde genel bilgilerden önceki raporlara kadar her şey mevcut. Kabaca bir özet isterseniz, hikaye Herodot'dan günümüze gelen kayıtlara dayanıyor ve kayıt altındaki ilk ultramaratonu simgeliyor. Pers ordusu Atina'ya saldırmaya hazırlandığında, Atinalılar  savaşçı özellikleri ile tanınan Spartalılardan yardım istemek için en iyi koşucuları olan Pheidippides'i gönderirler. O da 36 saat içinde 246 kilometre uzaklıktaki Sparta şehrine ulaşarak Kral Leonidas'ın huzuruna varır. (Evet, Maraton hikayesi olan Pheidippides'in Marathon şehrinden Atina'ya koşup yığılıp ölme hikayesi daha sonradan olimpiyatlar için uydurulmuş bir hikaye). 



Giriş
Kahvenizi hazırladıysanız başlayalım. 2014, 15 ve 16'da Spartathlon'u bitirdikten sonra geçen sene kurada şanslı değildim. Öte yandan 2017’de ilk defa kuraya giren Mert Derman katılma hakkını almıştı. Buna iki açıdan sevinmiştim: Hem ülke olarak 2014'den beri devam eden temsil edilme sürecimiz devam ediyordu, hem de yakından tanıdığım ve iyi arkadaşım olan Mert'in bu yarışı ve tarihini özümseyerek en başarılı şekilde süreci devam ettireceğini biliyordum. Bunu da yaptı ve çok başarılı şekilde tamamladı. 

Benim için ise işler birçok yönden iyi oldu çünkü Nisan başında kolum kırıldığı için bir süre koşudan uzak kalmıştım. Ardından tüm boş zamanlarımı Ultra Kitap'ı tamamlamaya adadım. İlk defa içine girdiğim basın yayın dünyasında bilmediğim birçok şey vardı ve bunlara odaklanmam için büyük zaman gerekiyordu. Kitabı tamamladıktan sonra Kanada'da Sri Chinmoy yarışında 80 km koşup yavaş yavaş forma girmeye başladım. Ağustos sonunda Chamonix'deki UTMB-CCC için pek hazır olduğumu söyleyemem ama yine de hedefimden çok uzak olmayan şekilde bitirdim. Daha önemlisi kardeşim Aytuğ'un UTMB finişine şahit olup istasyonlarda ona destek olmaktı.  

CCC'den 6-7 hafta sonra yaklaşık 2000 kişinin katılımıyla Türkiye'nin en büyük patika ultramaratonu olan Salomon Cappadocia Ultra Trail'de yarışa çok iyi başlamadım ama gayet güçlü şekilde bitirip 40+ kategorisi birinciliğine ulaşmam forma girdiğimi tasdikledi. Artık yıl sonuna kadar önümde senenin en büyük hedefi olan Barcelona'daki 24 saat pist yarışı kalmıştı. Bu benim için önemliydi çünkü patika, dağ, yol, etaplı vs. derken çeşitli ultramaraton kategorileri arasında kendimi o zamana kadar ciddi şekilde test etmediğim belki de tek kategori zamana karşı yarışlardı. Detaylı bir rapor yazdığım için tekrara girmeyeceğim ama 225.897 km ile hem 24 saat Türkiye rekoru hem de Spartathlon otomatik katılım hakkı hedeflerime ulaşarak yılı tamamladım. Fakat bu yarışta yaşadıklarımın bu yılki Spartathlon performansımda çok kritik bir rol oynayacağını o zaman henüz bilmiyordum. İlerleyen bölümlerde tekrar bu yarışa dönmek üzere şimdilik bir kenara bırakalım.  


Mesafe uzun olduğu için eğim grafiği gerçeği çok iyi yansıtmıyor. İlk yarı burada gözüktüğü kadar düz değil. 
İkinci zorsa dördüncü kolay mı?

Bana en çok söylenen şeylerden biri, Spartathlon’u daha önce üç defa bitirdiğim için eskisi kadar zor gelmeyeceği. Lütfen bunu söylemeyin çünkü çok yanlış bir algı. Evet, yarışı daha önce koşmanın size belli bir tecrübe getirdiği kesin. Fakat nasıl kullandığınıza göre bu tecrübe sizi sonraki yarışlarda negatif de etkileyebilir. Özellikle böyle uzun yarışlarda başarmak için ne kadar acı çektiğinizi beyniniz bildiği için sizi yol yakınken vazgeçirmek için her şeyi kullanır. Eğer buna hazırlıklı değilseniz, işler kötü gidip acı çekmeye başladığınız anda "ben bunu zaten yaptım, neden bir daha uğraşıyorum" diyerek bırakmak çok daha kolay olur. 

Edindiğiniz tecrübeyi pozitif şekilde kullanmak için her başladığınızda en az ilk sefer kadar hazırlıklı ve motive olmalısınız. Beyninizi ilk seferde ikna etmek için kullandığınız şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü seferde büyük ihtimalle işe yaramayacak. Her defasında kendinize çok güçlü ve farklı motivasyonlar bulmalısınız. Ancak bunları yaparsanız geçmiş tecrübeler size olumlu katkı sağlayabilir. Kısacası Spartathlon (veya zor olan herhangi bir yarış) daha önce kaç defa bitirdiğinizle hiç ilgilenmez. Her startta maç yeniden ve sıfırdan başlar, gerçekten hazırsanız ve güçlüyseniz ayakta kalırsınız.  

Hedefler

Spartathlon 2018 için ilk hedefim her zaman olduğu gibi bitirmekti. Bu hiçbir zaman değişmeyecek. Öte yandan son iki yılda koştuğum yarışların beni fiziksel ve zihinsel olarak çok geliştirdiğinin farkındaydım. Özellikle 100 mil ve üzeri yarışlarda 2016'dan farklı bir seviyede olduğumu biliyordum. Gerçekleşmesi için birçok şeyi doğru yapmam gerekiyordu ama şartlar uygun olursa 30 saatin altında koşabileceğimden kuşkum yoktu. 

Spartathlon'da 30 saat sadece yuvarlak bir sayı değil. Zaten yeterince zor olan kriterleri karşılayıp yarışa davet edilenlerin 10 tanesinden sadece biri 30 saat altında bitirebiliyor. Bir nevi 3 saat altı maraton gibi düşünebilirsiniz ama süre 10 kat daha uzun olduğu için yolunda gitmeyebilecek şeylerin sayısı da en az o oranda fazla. Yarış öncesi hazırlıktan, yarış içindeki çeşitli sorunların çözümüne kadar birbirinden bağımsız birçok faktörün doğru ilerlemesi gerek.

Zorba Kasırgası

Cuma sabah başlayacak yarış için Çarsamba 19:00 sularında Glyfada bölgesindeki otele geldim. Spartathlon’da tüm ülkeler birbirine birkaç yüz metre uzaklıktaki 6 otelde kalıyorlar. Bir nevi olimpiyat köyü gibi düşünebilirsiniz. Yarışa 15 kişilik bir takımla gelip hem kadınlar hem de erkeklerde ikinciliği alan Çek Cumhuriyeti takımından Roman Tomasek bu yılki oda arkadaşım. Sohbet ederken 2017'de 27:27'de bitirdiğini, geçen sene hava şartları çok iyi olmasına rağmen bu yıl daha tecrübeli ve formda olduğu için 26 saati hedeflediğini söyledi. Akşam yemeğini Macar takımından arkadaşlarla yerken bir taraftan havayı kontrol ediyorduk. Yarış direktörü ile görüştüklerini ve tarihte ilk defa 160. km'deki dağ geçişinin iptal edilme ihtimalinin olduğunu öğreniyorum.  
               
Bu yıl Yunanistan’ı etkisi alan Zorba Kasırgası yarışı ciddi şekilde tehdit ediyor. Bu doğa olayına "Mediterreanen Hurricane - Akdeniz Kasırgası" kelimelerinin birleşiminden "Medicane" ismi verilmişti. Parkur ile ilgili son karar Perşembe akşamı brifingte açıklanacaktı. Açıkçası bu haber keyfimi kaçırmadı diyemem. Spartathlon rotası 36 yıldır hiç değişmemiş bir rota, dolayısı ile 25 yıl önce koşan birinin sizle bire bir aynı yoldan koştuğunu biliyorsunuz. Aynı şekilde, 20 yıl sonra koşan biri de sizin aynı yoldan koştuğunuzu bilecek. Güvenlik kuşkusuz önemli ama 50’den fazla ülkeden çeşitli fedakarlıklar yaparak buraya gelen insanlar olarak hepimiz kendimizi gerçek rotada test etmek istiyorduk ve dağ geçişinin olmadığı bir Spartathlon'un Spartathlon olmayacağını biliyorduk.

Perşembe sabahı kaydımı yaptırarak göğüs numaramı aldım. Bu yıl 143 numarayım. Tabii ilk akla gelen çağrışım açık. 1 + 3 = 4. finiş. Zor zamanlarda kullanmak için numaraya baktığımda aklıma gelecek ekstra bir motivasyon! Kayıt esnasında Spartathlon'un 35. yılı anısına bastırılan özel albümden de verildi. Bir yıl kadar önce bu albüm için Spartathlon’un benim için ne ifade ettiğini anlatan kısa bir yazı yazmam istenmiş, ben de gurur duyarak kabul etmiştim. Yarışın 35 yıllık tarihindeki birçok tanınmış ismin yanında kendi yazımı gördüm.






Albüm için yazdığımın Türkçe tercümesi: 
Ultramaraton dünyasında 100 mil yarışlarının ulaşılabilecek en uç nokta olduğunu okumuştum. Daha sonra Spartathlon diye bir yarış karşıma çıktı. Mesafe ve zaman limitleri o kadar çılgıncaydı ki gerçekten var olan bir yarış olduğuna inanamadım. Ama bir 100 mil yarışını bitirdikten sonra Spartathlon'a ilgi duymaya başladım. Tarihi arka planını ve zorluğunu öğrendikten sonra neden bu yarışın en prestijli yol ultramaratonu olarak görüldüğünü anladım. Böylece hayal kurmaya başladım. 
2014 yılında başvurdum, kabul edildim ve yarışı bitiren ilk Türk koşucu oldum. Akropol'ün altındaki başlangıç çizgisinde beklerken bunun hayatımda yaptığım en zor şey olacağını bildiğim için endişeliydim. Yarış beklentimin de ötesinde zor geçti. Toparlanmam iki ay aldı ve bir daha yapabileceğimi düşünmüyordum. 2015 yılı geldiğinde bunun tesadüf olmadığını ve bir kez daha yapabileceğimi kendime kanıtlamak için tekrar koşmam gerektiğini hissettim. Bitirdim ve 2016'da bir kez daha gelerek üç kez üst üste tamamlamış oldum. 
Spartathlon'a tekrar tekrar gelmemin sebebi yarışın benzersiz tarihi kökleri ve atmosferi, organizatörlerden gönüllülere kadar herkesin sporcu ruhu taşıması, koşanlar arasında yardımlaşmayla beraber karşılıklı desteğin olması ve yıllardır dünyanın dört yanından edindiğim arkadaşlarımla beraber olmak. 
Spartathlon kesinlikle çok zor bir yarış ve kaç defa bitirmiş olursanız olun her zaman dev bir mücadele. Katılanların bitirme şansına sahip olması için fiziksel ve zihinsel yönden en iyi formlarında olmaları şart. Tabii bir de katılacak kişinin tüm bir yıl boyunca hayalini kurup sonunda Kral Leonidas'ın heykeline ulaştığı anda tarif edilmez duygulara boğulduğu o büyülü finiş noktası var. 

Destek Ekibi

Suna ve Kerem bir kez daha destek ekibi olarak gelmişlerdi. Dört yarışın hepsine gelmiş olarak Suna hakkında artık çok fazla söyleyecek bir şey yok. Yarıştaki en tecrübeli destekçilerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yarışın içini dışını biliyor, hem organizasyondan hem de koşuculardan ve ekiplerden birçok kişiyi benim kadar iyi tanıyor.

Öyle ki artık yarışa gelen birçok destek ekibi onun tavsiyelerinden faydalanıp bilmediklerini ona soruyorlar (Brifing bittikten sonra Tayvan takımına kendi özel brifingini verdi). Kerem de 2016 yılından sonra ikinci kez geliyordu. Onu da çok anlatmaya gerek yok, ne konuda yardım gerekirse çözebilecek, sonuna kadar güvenebileceğim bir dost. Tek sorunu yarışta mızmızlanacak olursam bana karşı fazla yumuşak olması olabilirdi, o yüzden yanında kamçısıyla gelmesini sıkı sıkı tembih etmiştim. Tabii Kerem aynı zamanda tüm ülkelerin gıpta ile baktığı Türkiye Spartathlon logosunun ve tişört tasarımlarının da yaratıcısı. Kısacası böyle dostlarınız olduğunda sadece yarışa odaklanabiliyor ve yere düşerseniz kolunuzdan tutup kaldıracak birileri olduğunu biliyorsunuz. Bu büyük bir lüks.

Suna’ya yarıştan önce daha önceki üç yıla ait istasyon geçişlerimdeki zamanları vermiştim. O da bunlardan bir çizelge hazırlamıştı. Yarışta 75 kontrol noktası olmasına rağmen ekipler sadece 14 tanesinde destek verebiliyor.  Bu istasyonlara olası geliş saatlerimi ve geldiğimde nelere ihtiyacım olacağı konusunda son rotuşları Perşembe günü brifingten önce yaptık. Bu tabii ki sadece A planıydı. A planını iyi yapmak önemli ama bu kadar uzun bir yarışta hiçbir zaman A planı kusursuz işlemez. Her zaman en azından B ve C planlarınız olmalı. Ama her şeyden önemlisi ekip olarak uyumlu hareket edip hiç hesapta olmayan (bu seneki Zorba Kasırgası gibi) şartlara göre esnek olup hızlı problem çözme yeteneğine sahip olmalısınız. Ben elimde bir süre çizelgesi ile koşmadım. Yarışın başında kendimi zamana odaklanırken bulmak istemiyordum. Ama belli noktalardaki önceki sürelerim zaten beynime kazınmış haldeydi.

Perşembe akşamı brifingin başlamasını beklerken daha önce defalarca bitirmiş olanlar dahil herkesteki ekstra gerginliği gözlemlemek zor değildi. Herkesin standart bir yıldaki sıcak havaya göre belli bir planı vardı ama bu yıl bizi neyin beklediğini kimse tam olarak bilmiyordu. Bu bilinmezlik stresi arttırmıştı.  

Sonunda brifing başladı ve herkesin merak ettiği soru cevabını buldu: Şiddetli yağış ve fırtına şiddetinde sert rüzgar bekleniyordu ama organizasyon yarış parkurunu değiştirmeme kararı almıştı. İşin benim kontrolümde olmayan kısmının olumlu sonuçlanması ile dikkatimi kendi kontrolümde olan bölüme yönelttim. Yarışa nasıl bir kıyafet ile başlamalıydım? Yağmurluk mu, rüzgarlık mı? Uzun kollu mu? Kısa kollu artı kolluk mu? Birkaç alternatif belirleyip son kararı sabah kalktığımda havanın son durumuna bakarak vermeyi doğru buldum. Otelde akşam yemeğini yedikten sonra Suna’nın Akropol yakınında tuttuğu eve geçtim, böylece ertesi sabah çok erken kalkmam gerekmeyecekti. Suna bir şekilde her sene Akropol’e daha yakın bir noktada yer bulmayı başarıyor. Bu sene start noktasına yürüyerek 2 dk mesafede bir ev bulmuştu!

Akşam 5 saat kadar kesintisiz uyudum ve 4:30 gibi kendiliğimden uyandım. 5:30’a kadar son zihinsel hazırlıkları yapıp yarış stratejimi gözden geçirdim. Son hava durumunu bakarak parkuru son kez kafamda koştum ve ne giyeceğime karar verdim. Tişört üstüne S-Lab Hybrid yağmurluk ile başlayacaktım. Bu yağmurluk çok hafif olmasının yanında 10 saniye içinde bel kemeri haline gelebildiği için yağmurun yağmadığı dönemlerde çok pratik olacaktı. Hafif ve hızlı bir kahvaltıdan sonra hep birlikte Akropol’e doğru adımlamaya başladık.


Gerçek kahramanlar ile.


Suna hayranlarının sorularını cevaplayıp fotoğraf çektirirken. 
                  


0-80K

Kendimi ait hissettiğim yerdeyim. Yağmur çiseliyor, zaman zaman sert esen bir rüzgar var. Kerem ve Suna ile son hazırlıkları yapıyoruz. Karşılaştığım arkadaşlarla son kez birbirimize başarı diliyoruz ve Sparta’da görüşmek üzere sözleşiyoruz. Zaten karışık olan duygular Zorba beklentisi ile bu yıl farklı bir boyutta. Herodot’un kayıtlarına göre Pheidippides, yaklaşan Pers ordusuna karşı Spartalılardan yardım istemek için gün doğarken yola çıkıp ertesi gün hava kararmadan Sparta Kralı Leonidas’ın huzuruna varmıştı. 36 saatlik limitin sebebi bu. Cuma günü saat 7:00’ı gösterdiği anda start veriliyor. Cumartesi gecesi 19:00’a kadar 246 km uzaklıktaki Sparta’ya ulaşmamız gerek. Arnavut kaldırımı kaygan yolda ilk kilometreyi dikkatle indikten birkaç dakika sonra Atina caddelerindeki asfalta bağlanıyoruz.

Bir süre sonra trenin geçmesi için kapatılan hemzemin geçitin önünde duruyoruz. Dördüncü senemde burayı ilk kez kapalı görüyorum, 30-40 saniye kadar bekledikten sonra geçit açılıyor ve devam ediyoruz. İnce ince diye nitelendirilebilecek ahmak ıslatan tarzında bir yağmur var. İki haftalık taperla dinlenmiş vücuda adrenalin enjekte edilince hızlanmak istiyor, kendimi zorlayarak yavaşlatıyorum. Yolda eski arkadaşlarla karşılaştıkça kısa sohbetlerle önce 10k, sonra yarı maraton noktası hızlı geliyor. Her sene okul çocuklarının bizi karşılayıp alkışladığı bu nokta bu sene yağmur ve Zorba korkusu ile boş.

30. km civarlarında yağmur duruyor, terlememek için yağmurluğu belime alıyorum. 80. km’ye kadar sürekli hızı değişen yağmur ve rüzgar sebebiyle bunu birçok kez yapacağım. Gecenin soğuk ve ıslak olacağını biliyorum, o zamana kadar vücut ısımı olabildiğince dengede tutmalıyım. Destek ekibini ilk kez göreceğim maraton noktasına yaklaşırken işler gayet iyi. Bu biraz maraton koşarken henüz 6. km’de işler yolunda diye sevinmeye benzese de yarışa sorunsuz başlamak güzel. Son kilometrelerde farkında olmadan bir Japon koşucuya takılıp fazla hızlandığımı görüp yavaşlıyorum. Buna rağmen her sene 3:45-3:48 arasında geçtiğim ilk maratonu 3:40 ile geçiyorum. Varan 1, kaldı 5 tane.

İstasyonda 45-50 saniyelik bir pit stop yeterli. Yarışı 15 kez bitirmiş Finlandiyalı Spartathlon efsanesi Seppo Leinonen artık koşmuyor ama öğrencilerine destek için her yıl yarışta. 2015’ten beri beni ne zaman görse yardımcı olmaya çalışır. Yanıma gelip yarışın daha çok uzun olduğunu söyleyip acele etmeden böyle devam etmemi hatırlatıyor. Biraz yolluk alıp su içtikten sonra maraton mesafesindeki Megara şehrini yavaş yavaş terk ediyorum. Şehir çıkışındaki uzun yokuşta kısa süreli yürüme esnasında Suna ve Kerem’in hazırladığı peynirli sandviçin yarısını yiyorum. Mide konusunda neredeyse hiç sorun yaşamadığım Barcelona 24 saat yarışında uyguladığım beslenme stratejisinin bir benzerini uygulayacağım. Saat başı 250 kaloriden fazla almamaya dikkat ederek yarışın ilk yarısında jel, helva, sandviç ve ara ara kola arasında dönüşümlü devam edeceğim. İstasyonlardaki midemin alışık olmadığı hiçbir şeyi yemeyeceğim. Her sene kustuğum yarışta bu kez sorunları en azından azaltacağım konusunda ümitliyim. Gece etabında ise çorba ile gerçek yemek alternatiflerine yöneleceğim. Planlar, planlar… kağıt üstünde iyi gözüken, daha önce işe yaramış olan planlar. Bakalım ilerleyen saatler neler gösterecek?

Zihinsel açıdan beni en zorlayan yerlerden biri daha önceki raporlarda da hep dediğim gibi 50 ila 70. km arasındaki bölüm. Oldukça iniş çıkışlı olan bu bölümde yorgunluğu hissetmeye başlıyorsunuz, hava ısınmış oluyor ve daha neredeyse 200 km olması sebebiyle mesafenin uzunluğu üstünüze çökmeye başlıyor. Fakat bu sene havanın serin olması ile olumsuz duyguları savuşturmak daha kolay. Kilometreler olması gerektiğinden daha rahat akıyor.

78. km’de ünlü Corinth kanalını geçtikten sonra 80. kilometredeki kritik Hellas Can istasyonuna 2.5 km mesafe var. Biraz sonra arkadan biri adımı sesleniyor. Daha önce yarışı defalarca koşmuş olan Yunanlı George Zacharidis bu yıl gönüllü. Koşup bana yetişiyor, bir selfie çekmek istiyor ve motive edip gönderiyor. Kendimce yarışın ısınma bölümü olarak nitelendirdiğim ve her sene 7:45 ila 7:50 arasında ulaştığım ilk 80’i bu sene 7:18’de geçiyorum. Kafamdaki ilk düşünce kendimi kaptırıp çok hızlı gittiğim ve yakında patlayacağım yönünde. Ama gerçekte bu kendimi en iyi hissettiğim sene. Üstelik saate en az baktığım, kendime çeşitli yerlerde zorunlu yürüme molalaları verdiğim, sadece kendimi kontrol ederek gitmeye odaklandığım bir yıl.


Sparta Photography Club

Sparta Photography Club
Corinth Köprüsünde. Km 78. Sparta Photography Club.
80K'ya gelirken 4x finisher Yunan Georgios Zachariadis fotoğraf çektirmek istedi.  

80-123K

Suna ve Kerem yarış öncesi plandaki gibi her şeyi çoktan hazırlamışlar. Önce ıslaklarımı çıkartıp kurulanıyorum ve kuru tişört giyiyorum. Menüde mercimek çorbası ve pilav var. Çorbayı rahat içiyorum ama pilav boğazımdan kolay geçmeyince fazla zorlamıyorum. Toplamda 7.5 dakika süren bir moladan sonra tekrar yoldayım. Bacakların tekrar ritim bulması biraz zaman alıyor ama 500 metre sonra 80K öncesi tempoyu buluyorum. Ana yoldan ayrılıp köy yollarına girdiğimiz bu bölüm normalde her sene sıcağın ve nemin beni en çok bunalttığı yerlerin başında geliyor. Bu kez saat 14:30 suları ve hafif yağmur altında halime şükrediyorum.

100K’ya yaklaşırken Amerikan takımından George ile yollarımız kesişiyor. Daha önce bir kez koşup bitirememiş, ikinci kez şansını deniyor. Biraz sohbet ettikten sonra bana yarış başından beri hiç yürümediğini ve bacaklarının çok sertleştiğini söylüyor. Sanki interval antrenmanı yaparmış gibi bir süre yürüyüp arkada kalıyor, daha sonra çok hızlı koşup beni yakalıyor. Bunu birkaç defa tekrar ediyor. Bir süre sonra 100K’yı yan yana 9:27’de geçiyoruz. Önceki senelerdeki 100K geçişlerimden 45-55 dk daha hızlıyım.

İstasyonda pek durmadan devam ettiğim için George ile ayrılıyoruz. (yarıştan sonra 33 saatte bitirdiğini öğreneceğim). 114. Km’deki Halkion köyüne kadar önce sinsi tırmanışlar var. Normalde pek hissetmeyeceğiniz ama 100 km’den sonra “ben burdayım” demeye başlayan ve daha neredeyse 150 km varken şansınızı fazla zorlamak istemeyeceğiniz türden tırmanışlar. Bu bölümü bacakları korumaya çalışarak geçtikten sonra yokuşun iyice dikleştiği son bir km’yi tamamen hızlı yürüyerek köye geliyorum.
                                                                                         
Burası her sene havanın karardığı ve feneri aldığım nokta. Bu sene eski yıllara göre bir saatten daha hızlı geldiğim için havanın kararmasına çok var. Feneri bir sonraki noktada almaya karar veriyorum. Biraz çorba içtikten sonra havanın soğumaya başlaması ile içlik giyip reflektif bantlarımı takıyorum. Kerem ve Suna’dan güçlü bir motivasyon aldıktan sonra yola koyuluyorum.

Birkaç kilometre sonra bir yokuşta beni bir kadın yakalıyor ve bir süre birlikte koşuyoruz. Sohbet ederken Finlandiyalı Teija’nın Seppo’nun öğrencisi olduğunu, geçen sene ilk kez bitirdikten sonra bu yıl ikinciye koştuğunu öğreniyorum. Yokuşlu bölümü çok kuvvetli tırmandığı için bir süre onla devam ediyorum. Yokuş aşağı başlayınca geride kalıyor ya da ben hızlanıyorum. Teija ile ilerde tekrar yollarımız kesişecek.  

Bir süre yalnız gittikten sonra bu yıl Kanada’dan tek katılan koşucu olan Sebastien’i yürürken görüyorum. Temmuz sonunda Kanada’da Sri Chinmoy 100 mil yarışını koşarken Sebastien de 24 saat yarışını koşup 221 km ile kazanmıştı ve orada tanışmıştık. İlk defa katılacağı için elimden geldiği kadar bilgi vermiştim. Belki biraz hızlı başladığından olacak kendini iyi hissetmiyor. Çok zamanı olduğunu ve pes etmemesini hatırlatıp devam ediyorum. (Yarıştan sonra 34 saatin biraz altında bitirdiğini öğreneceğim).

Normalde her sene hava karardıktan sonra geçtiğim yerleri gün ışığında geçmek ara ara “çok mu hızlı gidiyorum” endişesi yaratırken bir taraftan da ekstra motivasyon sağlıyor. 123.3 km’deki Ancient Nemea istasyonuna yaklaşırken yağmur bir hızlanıp bir yavaşlıyor, sonra duruyor. Burası kilometre olarak yarışın ortası ama esas büyük tırmanışlar ve dağ geçişi gibi zor bölümler ikinci yarıda. Tabii esas problemler de. Şehre birkaç kilometre kala havanın kapkara bulutlarla kaplandığını görüyorum, bir zaman bir şeyler olacak ama ne zaman? Tam 12 saatte yarışın orta noktasındayım. Daha önceki en iyi zamanımdan 80 dk daha önce.


Kanada'nın bu seneki tek temsilcisi Sebastien ile start noktasında.

93K civarı. Sparta Photography Club

Gecenin yaklaştığı 120K civarları. Sparta Photography Club. 

123K – 195K

Hızlı bir durum kontrolü. Bacaklarım 4 yılın en iyi halinde. 12 saat ağırlıklı olarak yağmurda koşmak hoş olmasa da sıcağı sevmeyen biri olarak kafama silah dayasalar tercih edeceğim bir seçenek. Esas sorun yine aynı, son birkaç saatte kalori alımım azaldı. Canım hiç bir şey istemez oldu. Su içmek de içimden gelmiyor. Suna ve Kerem’ın hazırladığı çorba yağmurda sırılsıklam olmuşken iyi geliyor. Bu yıl patates püresi denemeye karar vermiştim. Birkaç kaşık da ondan alıyorum ama fazlasını midem istemiyor. Yaklaşık 12 saat sürecek gece etabı için kafa fenerimi alıyorum. Çıkmadan önce Suna, içliğini değiştirip kalın yağmurluğa geçmek ister misin, diye soruyor. Kerem’den saatlik hava durumuna bakıp önümüzdeki saatlerde kaç mm yağmur gözüktüğüne bakmasını rica ediyorum. Accuweather’a göre önümüzdeki 3-4 saatte sadece 1 mm (hafif çiseleme) yağmur var. Değiştirdiğime değmez. Dağa kadar idare ederim diyorum ve vedalaşıyoruz.

Bundan sonraki etap kağıt üzerinde 16 km ama bundan önceki yıllarda hep 2.5 saate yakın sürmüş olan sevmediğim ve beni kıran bölümlerden biri. İstasyondan çıkıp en fazla 3-4 dk gidiyorum ki ne olduğunu anlamadan sert rüzgarla birlikte hayatımda gördüğüm en şiddetli yağmurlardan biri başlıyor. Sadece 2 dakika içinde denize düşmüş gibiyim. Üst üste şimşekler çakıyor. İşin kötüsü hemen önümde normalde yürümeyi planladığım uzun bir tırmanış var ama yürümeye döndüğüm anda önce ürpertiler sonra titremeler başlıyor. Kendimi koşmaya zorluyorum. Accuweather yazılımcılarının kulaklarını çınlatarak yokuşu soluk soluğa bitiriyorum. Yavaşlama şansım yok, vücut ısımı düşürmemek için devamlı yüksek devirde olmam gerek.

Uzun asfalt inişini artık küçük bir nehir haline gelmiş olan yollarda koştuktan sonra toprak yola giriyorum. Burası bazen sinsi, bazen dik tırmanışların olduğu, her sene çoğunluğunu yürümek zorunda kaldığım bir bölüm. Yerler balçık olmuş, etrafından geçilmesi mümkün olmayan su birikintileri oluşmuş. Bileğime kadar suya ve çamura batarak geçmek gerekiyor. Hızlı koşarken sorun yok ama yürümeye döndüğüm anda titremeler başlıyor. Önceleri gülüyordum ama artık iş ciddiye binmeye başladı. 1 mm ha?

Gafil avlanıp sudan çıkmış balığa döndüğüm 123 -140 km arası.
Yaktın bizi accuweather! Sparta Photography Club. 

Üşümemek için hızlı koşuyorum ama ne pahasına? Yarış başından beri sadık kaldığım tempo stratejim bozuldu ve ileride bunun ağır hesabı önüme konulacak. Kontrol edebileceğim şeylere odaklanmaya çalışıyorum. Ağzıma ufak bir helva parçası atıyorum ama çiğnemek zor oluyor. İstasyonlardaki soğuk sular da midemi bulandırmaya başladı, koladan en fazla bir yudum alabiliyorum. Bu işin sonunun nereye gittiğini daha önceki deneyimlerden iyi biliyorum.

Yaklaşık iki saat boyunca şiddetli yağmur hiç hız kesmiyor ve 140. km’deki Malandreni istasyonuna tam 14 saatte, gece 9’da varıyorum. En iyi zamanımın 110 dk önünde. Evet, kağıt üstünde çok iyi ama iki saattir yüksek devirde koşmak zorunda kalmak beni çok yıprattı. Yağmur aynı şiddette devam ediyor. İstasyona girip durduğum anda titreme başlıyor , hemen üstümdeki ıslakları çıkarıp kurulanıyorum. Yeni içliği giydikten sonra daha önce hiçbir yarışta giymek zorunda kalmadığım ama “ne olur ne olmaz, son çare ihtiyacım olabilir” diye yanımda getirdiğim S-Lab Gore-tex yağmurluğu üzerime giyiyorum. Sandalyeye oturup ayaklarımı uzatıyorum, artık zamanın önemi yok, burada dinlenmem şart. Biraz çorba içmeye çalışıyorum, olmuyor. Suna’ya, “sandalyede oturup biraz gözlerimi kapatmam gerekiyor, beni en fazla 15 dk sonra kaldırın” diyorum ve gözlerimi kapatıyorum.

Uyuyamıyorum ama rüyada gibiyim, arkamda Japonca konuşmalar, sağımda Almanca sesler, araya karışan Yunanca, İngilizce ve Kerem ile Suna’nın fısıldaşmaları. Arada bir istasyona yeni gelenler için alkışlar. Bir süre sonra birisinin sol bileğimi tuttuğunu hissediyorum. Gözümü açtığımda kadın doktorun nabzımı ölçmeye çalıştığını anlıyorum. Aklıma 3-4 ay önce Romanya'daki doktorun beni bir türlü bırakmaması geliyor. Acaba bu doktor da öyle bir şey mi söyleyecek? Panik halinde bir refleksle, gayet iyiyim sadece dinleniyorum, kendimdeyim, isterseniz soru sorabilirsiniz, bilincim yerinde gibi bir şeyler saçmalayıp, zoraki bir gülümseme atıyorum. Bu arada şans eseri içeriden biri doktoru çağırıyor. O tarafa yönelir yönelmez Suna’ya dönüp hemen buradan gitmem gerekiyor, çabuk hazırlanalım diyorum. Saate bakıyorum istasyonda 15 dakikadan biraz fazla kalmışım. Adrenalin inanılmaz bir şey. Beş saniye önce vinç gelse yerimden kaldıramazdı. Şimdi arkama bile bakmadan, adeta banka soygunundan kaçarcasına istasyondan uzaklaşıyorum. (Gelecek seneler için destek ekiplerine not: İstasyonlarda fazla kalacak olursam, doktora benzeyen birine nabzımı kontrol ettirin).

Yağmur aynı şiddette devam ediyor ama yeni goretex yağmurluk adeta kurşun geçirmez gibi. Eldivenim de var, tek sorun bir şey yiyememiş olmam. Yarıştan önce, ne yaşarsam yaşayayım sürekli kendime dünyanın en güzel yarışında koştuğum için çok şanslı olduğumu hatırlatacağımı söylemiştim ve onu da yapıyorum. Koluma taktığım, Aytuğ’un bana hediye ettiği bileklikten güç alıyorum.


Kolumda taşıdığım Aytuğ'un hediyesi bileklik. 

Bu duygular içinde 148. km’deki istasyona kadar zor da olsa koşuyorum ama istasyonda yine midemin toparlanması için 10-12 dk oturmam gerekiyor. Bu beklemeler sinir bozucu ama fazla bir alternatifim yok. Burada Suna ve Kerem bana her şeyi sunuyorlar ama yine hepsini reddetmek zorunda kalıyorum. Bu anlarda kendimi annesinin büyük özenle hazırladığı yemekleri elinin tersiyle iten şımarık bir çocuk gibi hissediyorum. Bana hiç hissettirmiyorlar ama onlar için de ne kadar moral bozucu olduğunu tahmin edebiliyorum.

Bundan sonraki 11.5 km’lik etap sonrasında 100 mil/160km’deki Mountain Base istasyonuna geleceğim. İlk 2 km düz, sonraki 3.5 km hafif bir eğimle tırmanış, son 5.5 km ise hemen herkesin yürüdüğü dikleşen bir tırmanış. Açıkçası bu kilometreler zor geçiyor ama en azından yağmur azalmış durumda. Yemek yiyemediğim için tırmanışın son 2.5 km’sinde artık enerji seviyem çok düşüyor, adeta uyuklamaya başlıyorum. Yanımdaki elma diliminden bir ısırık alıyorum, önce tadı güzel gibi geliyor. 2 dakika sonra aniden gelen bir kusma refleksi ile yol kenarında bir kısmını çıkarıyorum. Aralıklarla birkaç dakika süren ataklarda maalesef kayda değer bir miktar kusamıyorum.

İstasyona 17:08’de yani gece yarısını 8 dakika geçerken ulaştığımda Kerem çorba, Suna peynirli sandviç hazırlamış halde. Birkaç yudum içip tek bir ısırık alırken yanımda kusmak için torba hazır. Birkaç kilometre önceki olaydan habersiz olan Suna, “bu sene kusmadan bitirirsen parti vereceğim” diye espri yapıyor.  Ben de gülerek aşağıda yaşadığımı anlatıp, o daha fragmandı, yakında gerçek film gösterime girer, hazırlıklı olun diyorum.

Buradan itibaren dik patikaya girip yaklaşık 2 km tırmanarak 1100 metredeki Artemisio dağının zirvesine ulaşacağım. Patika ilk defa bu kadar çamurlu. Zirveye yaklaştıkça yoğun bir sis basıyor. Çok kötü olmasa da yavaş tırmanıyorum. Zirveye ulaşmam sanırım 25 dakikadan fazla alıyor ve soluklanmak için bir dakika oturmam gerekiyor. Çok uzun süredir su içemedim, artık mutlaka içmem gerek. Neyse ki burada sıcak su var ve kusmadan yarım bardak içebiliyorum. Üstüme battaniye sarmalarına rağmen etrafı açık olan zirvede rüzgar o kadar sertti ki titremeye başlıyorum. Hemen kalkıp inişe geçiyorum. İlk kilometresi sis altında olan oldukça yavaş ve kontrollü bir iniş oluyor. Garip olan bu sene ne çıkarken ne inerken dağda kimseye rastlamamış olmam.


Mountain Base. Çorbadan bir yudum almaya çalışırken elimde torba hazır. 
Foto: Kerem Yaman

Zirve istasyonu. 162. km. Bir dakika kadar oturup sıcak su içiyorum.
Sparta Photography Club

Zirveden inmeye başlarken. Sparta Photography Club 
İniş bittikten sonra biraz helva yemeye çalışıyorum ama olmuyor, 500 metre sonraki istasyonda enerji almak için bir bardak kola içiyorum. İstasyondan 100 metre uzaklaşıyorum ve yol kenarında iki büklüm halde su ve kolayı çıkarıyorum. İstasyondaki görevli kadın yanıma geliyor, önce yarışı bırakmamla ilgili bir şey söyleyecek diye endişe ediyorum ama cebinden bir paket kolonyalı mendil çıkarıp ağzımı yüzümü silmeme yardım ediyor. Teşekkür ediyor ve iyi olduğumu söyleyip devam ediyorum. Kendime gelmem için bir kilometre yürümem gerekiyor. İşin kötüsü yine doğru düzgün kusamamış olmam.

Buradan sonra 171.5K noktasındaki Nestani’ye yaklaşık 8 km var ve iyi durumdaysanız son 500 metre dışında hepsi koşulabilecek bir yol. Maalesef iyi koşamıyorum ama yine de 19 saat 5 dk’da, yani daha önceki en iyi zamanımdan 2 saat 15 dk önce buraya geliyorum. Artık tüm enerjim bitmiş halde. Burada olanları açıkçası çok net hatırlamıyorum, beynim bir süre kendini kapatmak istiyor. Sandalye üzerinde boş gözlerle etrafa baktığımı hatırlıyorum. Toplamda 20 dk zaman kaybediyorum. (Hayattaki en büyük hedeflerimden biri her sene beni kıran Nestani'deki bu istasyona bir sene gelip hiç durmadan devam edebilecek durumda olmak!). Gece yarısı 02:30 suları. Bu kadar durduktan sonra soğuk havada tekrar başlayınca ısınmak için kendimi hızlı koşmaya zorluyorum. Beyin fonksiyonlarım yavaşladığı için bir sapakta yanlış yere dönüyorum ama Suunto Spartan Ultra saatime rotayı yüklemiş olduğum için "off-route" uyarısı veriyor ve neyse ki çabuk fark edip doğru yola giriyorum. 

4 km sonra saatlerdir beklediğim an geliyor. 176. km yakınındaki 53. kontrol noktasında biraz su içip 30-40 metre gittikten sonra içimde ne var ne yok hepsini yol kenarına çıkarıyorum. Bitti derken bir daha. Sonra bir daha. Kontrol noktasından gönüllüler yanıma geliyor. Kendime geldikten sonra teşekkür edip devam ediyorum. 2014’de ilk Spartathlon'un bir bölümünü birlikte koştuğum ve yanında koşarken üst üste kustuğum Hollandalı Wilma ile bu sene aynı oteldeydik. Wilma ülkesinin en tecrübeli kadın ultramaratoncusu. Yarıştan önce beni ilk defa katılan arkadaşlarıyla tanıştırıp onlara örnek göstermiş ve şöyle demişti “Size iyi dostum Aykut'u tanıştırayım. Bu adama iyi bakın. Daha önceki tüm yarışlarda kustu ama hepsinde de bitirdi. Kusarsanız sakın moralinizi bozmayın, bunu hatırlayın!" Hahaha! Kusup ilk şoku atlattıktan birkaç dakika sonra bu olay aklıma geliyor. Yüzümde küçük bir gülümseme. Bu yıl da kusma işini aradan çıkardığıma göre kesin bitireceğim! (Wilma Dierx bu sene 5. kez bitirdi).

186. km’deki istasyona kadar ancak koş yürü düzeni ile gelebiliyorum. Bu bölümler çok moral bozucu çünkü bacaklarım hala güçlü ve tırmanışın olmadığı en rahat koşulabilecek yerlerde enerjim olmadığı için koşamıyorum. İlginç olan buralarda beni kimsenin geçmiyor olması.

Bir sonraki kontrol noktasında bir 10 dk daha oturmak zorunda kalıyorum ve sadece patates püresi yemeye karar veriyorum. Bir saat kadar önce içindeki her şeyi boşaltarak kendine reset atan midem püreyi zor da olsa kabul ediyor. Böylece sonraki 10 km’nin büyük bölümünü koşabiliyorum. 195K’ya geldiğimde işler iyiye gitmeye başlıyor, su ve kola içebiliyorum. En zorunu atlattım mı? Erken sevinme. Suna’ya bundan sonra yarış sonuna kadar sadece patates püresi yiyip biraz da kola içerek gideceğimi söylüyorum. Kerem pürenin içine süt de koyup bebek maması kıvamında yapıyor, bazen yoğurtla bazen sade olarak azar azar yiyebiliyorum.

Yağmurun tekrar başlaması artık iyice sinir bozucu olmaya başlıyor. En son 2012’de İznik Ultra’nın ilk senesinde 10-12 saat durmadan yağan yağmurda koştuğumu hatırlıyorum ama bu onun çok ötesine geçiyor. Neredeyse klasik Spartathlon sıcağını arar oluyorum. Bu istasyonda soğuktan ısınmak isteyenler için ateş yakılmış, bir 10 dk da burada oturmak zorunda kalıyorum. Burasının yarış sonuna kadar oturduğum son yer olacağını o zaman bilmiyorum.


171.5K Nestani'de. Oturmaya mı geldik koşmaya mı? Foto: Kerem Yaman 

Eğim grafiği çok geride kaldı, artık unutmuşsunuzdur, tekrar hatırlamakta fayda var!
 195K – 246K (Pişmanlıklar)

195K’dan çıktığımda tekrar fiziksel olarak güçlendiğimi hissediyorum. Kustuktan sonra bir şeyler yiyebilmek enerjimi yerine getiriyor. Burası zihinsel olarak da motive edici bir yer çünkü 200. km’yi aşmak önemli bir zihinsel bariyer ve artık buna çok yakınsınız. Tünelin sonunda ışığı görmeye başlayınca artık süre planları yapmaya başlıyorum. Tekrar kötü bir döneme girmezsem 30 saatin altında bitirme ihtimalim var gözüküyor. Son 8 saatte yaşadıklarımı düşününce hala bu şansın önümde olması küçük çaplı bir mucize. Önce ekibe beni hayata döndürdükleri için teşekkür ediyor, sonra halime şükredip bu şansı en iyi şekilde kullanmaya odaklanıyorum.

İstasyondan hemen sonra saate bakıyorum ve 200. km’yi 24 saatte geçeceğimi anlıyorum. Geri kalan 46 km’yi 6 saatte koşmam gerekiyor. Eğimleri hesapladığımda kolay olmayacak, muhtemelen ucu ucuna gelecek. Sonra çok garip bir şey oluyor. 199. km’ye geldiğimde tekrar saate bakıyorum ve bir an 22:54 sayılarını görüyorum. Yanlış mı görüyorum diye tekrar bakıyorum. Kesin yanlış olmalı. Ne de olsa artık beyin devrelerimin yanmış olması doğal ama doğru gözüküyor. 24 saat diye hesaplarken 23 saatte mi geçiyorum? Saati bir yerde yanlışlıkla durdurmuş olabilir miyim? (Olamam, kilitlediğimi biliyorum). Yanımda soracak biri yok. Düşünüyorum.  24 saat geçmiş olsaydı, saat sabah 7 olmalı ve hava aydınlanmaya başlamış olmalıydı. Ama hala zifiri karanlık.

200 km’yi gerçekten 23 saatte geçtiğimden emin olduğumda arka arkaya çok yoğun iki duygu beliriyor. İlki tarif edemeyeceğim bir mutluluk. Nasıl anlatsam, hani Nijerya’daki uzak bir akrabanızdan yüklü bir miras kaldığını öğrendiğiniz bir email aldığınızı düşünün. Tam gülüp silecekken, bunun scam değil de gerçek olduğunu anladığınızı hayal edin. Hah, işte öyle bir mutluluk!  

Hemen ardından bunu garip bir hayal kırıklığı takip ediyor. Neden? Çünkü bu gerçeği bilmesem geri kalan yolu belki 6 saat altında koşup 29 saat altında bitirecekken, şimdi bu rahatlıkla 30 saatin altında koşmayı yeterli göreceğim. İnsan beyni buna çok yatkın. O yorgunluk ve ruh halinde bunu değiştirip daha fazlasını istemeniz çoğu zaman pek mümkün değil. Yarışı 30 saat altında bitirip elimden geleni yaptığıma kendi inandıracağım çünkü yarış öncesi hedefime ulaşmış olacağım. Ama bu doğru olmayacak.  “Keşke bunun farkına varmasaydım” diye içimden geçiriyorum.

Bu andan sonra olanları anlatabilmem için öncelikle iki konuyu bilmeniz gerekiyor:

Birincisi Spartathlon 2015 ile ilgili. Detayını yarış raporunda okuyabileceğiniz gibi o yarışta 195K – 246K arasındaki son 51 km’yi 6 saat 2 dakikada koşmuştum. İniş çıkışlı olan bu bölümdeki zamanım o senenin iyi zamanlarından biriydi. Onda da benzer sindirim problemleri yaşadıktan sonra işleri yoluna koymuş ve bu bölümde 27 kişi geçerek 70. sıradan 43. sıraya çıkıp 31:20’de bitirmiştim. O yıl belki kasırga yoktu ama ikinci gün normale göre serin bir hava vardı. Dolayısı ile şartlar uygun olduğunda ve iyi durumdaysam uzun yarışların sonunu güçlü bitirebileceğimi biliyordum. Üstelik 2015’e göre fiziksel, zihinsel, tecrübe ve problem çözme gibi hemen her yönden çok daha iyi bir koşucu olduğumu da biliyordum. Bu bilgiyi bir kenara koyduktan sonra benim için daha can sıkıcı olan ikinci maddeye geçelim.

Bunu anlatabilmem için kısa bir süreliğine geçen sene Aralık ayındaki Barcelona 24 saat pist yarışına geri dönmemiz gerekiyor. O yarışta hedeflerim sırası ile 200 km, 212 km (Türkiye rekoru) ve 216 km (Spartathlon otomatik katılım hakkı) idi. Bu ilk 24 saat yarışımdı ve tamamen desteksiz koştum. Kağıt üstünde tüm hedeflerime ulaştım, hatta beklentilerimin de üstüne çıkarak 225.897 km ile yarışı tamamladım. Yarış raporunda da yazdığım gibi beni en çok tatmin eden yarışlardan biriydi. Hala da en çok gurur duyduğum yarışlardan bir tanesi.

Ama o raporu yazdıktan birkaç ay sonra ilk hislerimde bazı değişiklikler oldu. Çünkü ilk 21.5 saat gerçekten çok iyi koşup 216 km’yi garanti altına aldıktan sonra tüm hedeflerime ulaştığımı düşünüp kendimi daha fazlasına motive edememiştim. Geri kalan zamanın büyük bölümünü yürümüş ve daha yarış bitmeden kendimi kutlamaya başlamıştım. Tabii ki çok yorgundum ama gayet koşabilecek durumdaydım. İşin aslı daha fazla acı çekmek istemediğim için kendimi elimden gelenin en iyisine yaptığıma inandırmıştım. Bu doğru değildi. Eğer bu zihinsel zayıflığı göstermeseydim, dürüst bir değerlendirme ile, en azından 232-233 km koşabileceğimi biliyorum. Koşsam ne olurdu, çok mu bir şey değişirdi? Rakam olarak hayır ama elimden geleni gerçekten yaptığımı bilirdim. Önemli olan buydu.

Koşuya geç başlamış biri olarak, hiçbir zaman kısa mesafelerden gelen hızım veya doğuştan gelen doğal bir yeteneğim olmadı. Bu noktaya gelmek için çok çalışıp her yönden kendimi geliştirmem ve fiziksel yöndeki açığımı iyi strateji ve zihinsel gücümle kapatmam gerekti. Dolayısı ile kendimi zihinsel olarak hep daha güçlü biri olarak görmüştüm. Raporu yazdıktan birkaç ay sonra geri dönüp yarışı düşündükçe daha iyisini yapabilecek fırsatım varken elimden geleni yapmamış olma gerçeği ağzımda kötü bir tat bıraktı. Düşündüğüm kadar güçlü bir iradeye sahip olmadığımı fark ettim. Bu bana büyük bir ders oldu. 

Babam her zaman, ne yapmak istiyorsan onu yap, ne olmak istiyorsan onu ol ama yaptığın şeyi en iyi şekilde yap derdi. Özellikle elimize iyi bir fırsat geçmişse onu en iyi şekilde değerlendirmek gerek. Çoğu zaman ileride nasılsa daha iyisini yaparız diye düşünüyoruz, çok istediğimiz şeyleri erteliyoruz ama hiçbir şeyin garantisi yok. Özellikle son birkaç senede yakın çevremde bunun birçok örneğine şahit oldum. Birbirinden bağımsız birçok faktör bir araya gelmişken bunu son saniyeye kadar kullanmalıydım ama son saatlerde kolaya kaçtım, o iradeyi gösteremedim. Bir daha bu fırsat elime gelir miydi? Kim bilir, belki evet, belki hayır.

İşte 200. km’ye 24 değil de 23 saatte ulaştığımı anladığımda, sevinç ve hayal kırıklığının ardından ilk aklıma gelen buydu. Yarış bittiğinde “Evet iyi koştun ama sen de biliyorsun ki daha iyisini yapabilirdin!” duygusunu bir kez daha yaşamak istemiyordum. Başka bir yarışta belki ama en sevdiğim yarışta değil. 23 saat yüksek devirde çalışan vücudumu ve beynimi 6 saat daha buna devam etmeye ikna edebilir miydim? Birkaç git gelden sonra kendime söz verdim. Bu kez bu olmayacaktı, elime geçen fırsatı son ana kadar değerlendirip “keşke” demeyeceğim bir şekilde bitirecek ve sonuç ne olursa olsun kabul edecektim. Tabii, işin söz verme tarafı kolaydı, marifet ne kadar uygulayabileceğim kısmındaydı.

199. km’de başlayan ve 5 km boyunca aralıksız devam eden asfalt yokuş her sene beni yürümeye mecbur eden bir yer. Bu kez çok kısa yürüyüş molaları ile yarısından fazlasını koşuyorum ve yürüyen çok sayıda kişiyi geçiyorum. 206.3 km noktasındaki istasyona geldiğimde tam 24 saat olmuş ve tırmanışların önemli bölümünü bitirmiş haldeyim. Önceki yıllarda 172K ila 180K arasında bir yerlerde kafa fenerimi kapatırdım. Bu sene 206K'da bırakıyorum! 

29 saat hedefine kilitleniyorum ama henüz zaman hesabına da girmek istemiyorum. Kalan her kilometreyi koşabileceğim en hızlı şekilde koşmaya odaklanıyorum. Finişe 10 km kala zamana bakacağım. Patates püresi ve kola diyeti devam ediyor ve gayet de iyi gidiyor. Kerem’den bir bardağa püre koymasını istiyorum. Elimde bardak ve kaşıkla koşarken arada bir iki kaşık alıyorum.

Zaman geçtikçe yorulup yavaşlamam gerekiyor ama tam tersine iyi koştukça kendimi iyi hissediyor, iyi hissettikçe daha iyi koşuyorum. 2015’te koştuğumdan daha hızlı olduğumdan eminim çünkü o zaman yürüdüğüm yokuşları bu sene çok zorlanmadan tırmanıyorum.

212. km’deki istasyonda biraz çok oyalanınca, 120. km civarlarında ayrıldığımız Finlandiyalı Teija hiç durmadan yanımdan geçiyor. Çok uzun süredir beni geçen ilk kişi olduğu için bu durum dikkatimi çekiyor. O zaman da yokuşların hepsini güçlü koşuyordu, 5 kilometrelik yokuşun hemen hepsini koşmuş olmalı. Yokuş aşağı bölümde hızlanarak yakalıyorum ve devamlı arkasına baktığını fark ediyorum. O zaman kadınlarda üçüncü olduğunu ve o yüzden böyle zorladığını anlıyorum.  Biraz konuşuyoruz, bitmeyen yağmur onu da bezdirmiş halde. Kısa süre sonra Sparta’da görüşmek üzere başarılar dileyip devam ediyorum. Bu onu son görüşüm olacak (yarışı benden 45 dakika sonra kadınlar üçüncüsü olarak bitirdiğini öğreneceğim). 

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda yanından geçtiğim kişiler sanki duruyorlar. 220 km’ye yaklaşırken kafamda birkaç hesap yapıp, “bunu devam ettirip daha da hızlanabilirsem 28 saat altına inmem bile mümkün olabilir” diye çılgınca bir düşünce geliyor ama hemen kafamdan atmaya çalışıyorum. Saate odaklanma, kendine limit koyma, her kilometreyi koşabileceğin en iyi şekilde koş, ortaya çıkan zamana son bölümde bakarsın!  İstasyondan istasyona beklentilerin o kadar önünde geliyorum ki Kerem ve Suna şaşırıyorlar. Hem de Suna 2015’ten duruma alışık olmasına rağmen. Açıkçası bundan sadistçe bir zevk almaya başlıyorum. Arabada biraz kestirmeye çalışırlarken yanlarında bitip, bu kadar hızlı beklemiyordunuz değil mi demek hoşuma gidiyor!

223. km’deki istasyonda bir yudum çorba içiyorum ama canım istemeyince hemen bırakıyorum. “Bozuk değilse tamir etmeye çalışma” kuralından hareketle püre ve kolaya devam. İstasyondan çıkarken Suna, sanırım 28. sıradasın gibi bir şey söylüyor. “Kaçıncı olduğumla ilgilenmiyorum, elimden geleni yapmam gerek” diyorum. Bunu laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten bu ruh halindeyim. İstasyondan hemen sonra başlayan son bir dik ve uzun bir yokuş var. Burada Suna'nın söylediği şey tekrar aklıma geliyor. 28. sıra, 400 kişi arasında yüzde 7. İtiraf edeyim ki kulağa iyi geliyor ve yürümeyi düşündüğüm anlarda yokuşu koşmak için beni motive ediyor.  (Teşekkürler Suna, işe yaradı!).

226. km’deki kontrol noktasını 26 saatin biraz üzerinde geçiyorum. Artık neredeyse bir yarı maraton var. Bu arada son birkaç saattir aralıksız olarak anormal bir yağmur yağdığını ve fırtına şiddetinde rüzgarlar estiğini söylemiş miydim? Söylememiş olsam da önemli değil çünkü hedefe öyle odaklanmış haldeyim ki etrafta ne olup bittiğinin pek farkında değilim. Gerçek olan ise Zorba Kasırga’sının artık Sparta’yı tamamen kuşatmış olduğu. 236. km’de ekibi görebileceğim son istasyona gelirken yağan yağmuru ve rüzgarı anlatmam zor. Bu sene heykeldeki canlı yayının neden kesildiğini soranlar oldu. Çünkü şehrin büyük bölümünde elektrik kesintileri oluşmuştu. Belki Sparta’da koşucuları bekleyen destek ekiplerinin çektiği aşağıdaki videolar durum hakkında bir fikir verebilir.






236K’ya 26:52’de geliyorum. Burada finişte giyeceğim tişörtü giyip uzun süredir beklettiğim ihtiyaç molasını verdiğim için 3-4 dakika kaybediyorum ama çok da önemli değil. Geri kalan 10.5 km’yi bir saat altında koşarsam 28 saatin altında bitirebilirim. Bu noktada 28 saat altında bitirmek artık yeterince zor ve iddialı bir hedef olarak ortaya çıkıyor ve kendimi motive etmek için kullanıyorum.  

İstasyondan çıkar çıkmaz tüm gücümle koşmaya başlıyorum çünkü heykelin önüne 27:59’da gelip o anı stres içinde yaşamak istemiyorum. Son kilometrelerin tadını çıkarmalıyım. Geri kalan yolu nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum ama metaforları bulmak zor. 2014’deki yarış raporumda şöyle yazmıştım: “Şunu vurgulamak gerek ki bu bir Hollywood filmi değil. Aklınıza gelen bir şeyle bir anda yeniden doğmuş gibi koşmaya başlayamıyorsunuz. Gerçek hayatta bu iş böyle yürümüyor.” Hala aynı fikirdeyim ama ufak bir düzeltme veya ekleme yapmam gerek. Geride kalan yıllarda yaşadığım tecrübeler, eğer yeterince uzun yarışlar koşarsanız, gerekli şartlar yerine gelirse, zihinsel olarak hazırsanız ve çok yüksek bir motivasyonunuz varsa ultramaraton dünyasında garip şeylerin olabildiğini bana gösterdi. Bu da kesinlikle onlardan biri. 230 km'den sonra kilometreleri 4:30'larda koşmanın saçma olduğunu düşünüyorsanız size katılıyorum ama itiraz edecek değilim! 


Son kilometreler...

Sparta’ya yaklaşırken duygularımı anlatmam zor, koşmaya yeni başlamış gibiyim. Yollardan seller akıyor, tabelalar devrilmiş, bileklerime kadar suyun içindeyim ama suratımda dev bir gülümseme. Kafama çatılardan uçan bir tuğla düşmezse bu işin olacağından en ufak kuşkum yok. Hızlandıkça keyifleniyorum, keyiflendikçe hızlanıyorum. Krala tez haber ulaştırın, bu sene erken geliyorum! Adeta sel altında kalmış köprüden geçerek son istasyona geliyorum. Şehir içinde geçecek 2.4 km sonrasında son durağımız Leonidas’ın ayağı olacak. Her sene olduğu gibi bu istasyonda gönüllülerin elini sıkıyorum, kimse evinden dışarı adımını atamazken inanılmaz bir iş yaptılar.

Bir süre sonra elinde bayrakla Kerem’i beni karşılamaya gelirken görüyorum. Kutlayıp kadınlar ikincisinin sadece birkaç dakika önce geçtiğini söylüyor. Son bir kez saate bakıyorum, inanması zor ama gerçekten oldu. Evet, artık rahatlayabilirim. Son kilometreyi beraber koşuyoruz.

Sparta bulvarına dönüş…
Palmiyelerin altındaki son 500 metre…
Kafelerden alkışlar…
Merdivenler…
Leonidas.

İster 30 derece sıcakta ister kasırgada olsun hiç fark etmez. Bu dünyanın en güzel finişi. Asla eskimeyen ve eskimeyecek yoğun duygular.

27:51:41 ve 24. sıra. Sanırım ancak tek bir şey söyleyebilirim. Evet, bu süre beklentilerimin ötesinde. Ama daha önemlisi ne iki ay ne de yirmi yıl sonra geri dönüp tek bir anı için bile “keşke” demeyeceğim bir efor. Elimde avucumda neyim varsa ortaya koyduğumu biliyorum. Bu duygu orada yazan rakamlardan daha değerli. 

Son 250 Metre. Bu duyguyu şişeleyip saklayabilsem... Foto: Kerem Yaman






Suunto Spartan Ultra mükemmel bir performans gösterdi. Koşmaya devam ederken iki kere 1'er saat kadar şarj ettim. 




Teşekkürler

Suna ve Kerem, tekrar teşekkürler. Hep birlikte yaptık. Hazırladığınız çoğu şeyi yiyemedim diye üzülmeyin, yarış sonrasındaki hafta ne var ne yok hepsini ve daha fazlasını silip süpürdüm. Her şey için elinize sağlık. Zor şartlarda yarışın en az sorunla tamamlanmasını sağlayan organizasyon, gönüllüler, sağlık çalışanları ve tabii ki sonuç ne olursa olsun zor şartlarda birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarım. Mesajlarıyla yarış öncesi ve sonrasında beni hep destekleyen Türkiye’deki dostlarım. Salomon Türkiye, Suunto Türkiye ve takım arkadaşlarım. Hepinize sonsuz teşekkürler.

Yarış Sonrası ve Değerlendirme

Pazar günü iyi bir kahvaltıdan sonra her sene olduğu gibi heykel önüne giderek ekiple fotoğraf çektirdik. Spartan Mile (detayı aşağıda) koşusuna katıldıktan sonra Sparta Belediye Başkanı’nın katılımcılara verdiği öğle yemeği sonrasında Suna ve Kerem’i uğurladım. Ardından biz koşucular organizasyon otobüsleriyle Atina’daki otellerimize döndük. Önceki gün koştuğumuz yolları ters yönden bu kez otobüsle gitmek her zaman ilginç duygular oluşturuyor. 

Pazartesi günü hava düzelip güneş çıkınca birkaç arkadaşla birlikte sahile inerek deniz ve güneşin keyfini çıkardık. Akşam her sene olduğu gibi madalya ve sertifika töreni ile sınırsız yemek ve eğlenceden oluşan kapanış gecesi vardı. Deniz kenarındaki harika bir mekanda düzenlenen gecede yine yakamızı bırakmayan yağmur bile eğlenceyi engelleyemedi. Zorba the Greek ile gecenin finalini yaptıktan sonra gece yarısını geçen saatlerde otele dönerek bu yılki Spartathlon ritüelini tamamladık. 

Yarışı erkeklerde geçen seneki 24 Saat Dünya Şampiyonası’nda 270 km koşarak şampiyon olan Yoshihiko Ishikawa 22:55 ile kazandı. Yarış öncesi favori olan Ishikawa tarihin en iyi 10. derecesine imza attı. Kadınlarda ise Macar Zsuzsanna Maraz 27:05 ile ilk sırayı aldı.

Erkekler

1- Yoshihiko Ishikawa, Japonya - 22:55:13
2- Rade Brunner, Çek Cumhuriyeti - 23:37:25
3- Joao Oliveira, Portekiz - 24:34:30

Kadınlar
1- Zsuzsanna Maraz, Macaristan - 27:05:28
2- Kateřina Kašparová, Çek Cumhuriyeti - 27:47:16
3- Teija Honkonen, Finlandiya - 28:36:08
                                             
Yarıştan bir hafta sonra bunları yazarken fiziksel olarak oldukça iyi durumdayım. Ancak bu vücuda her yönden büyük stres yükleyen bir yarış ve acele etmeden iyi bir toparlanma dönemi hedefliyorum. Yarıştaki en büyük problemim yine sindirim sorunu oldu. Daha önce başka yarışlarda işe yarayan şeyler bir şekilde Spartathlon’da olmuyor. Beslenmenin herkese uyan doğruları yok. Her yarışın ve o yarışın o yılki şartlarına uyan doğruları bulmak gerekli. Benimle aynı otelde kalan Güney Afrikalı Arthur yarışın büyük çoğunluğunu konserve balık yiyerek koştu ve sindirim sorunu yaşamadan bitirdi dersem inanmakta zorlanabilirsiniz. Bu konuyu kendimi geliştirmek için bir fırsat olarak görüyorum. 15 saatten uzun yarışlar için deneme, yanılma ve araştırmalara devam.

Gelelim yarışın son 51 kilometresine. Bu bölümde gerçekten yarışta hissettiğim kadar iyi koştum mu? Bunu öğrenmenin yolu kendimi ön sıralarda bitirenlerle kıyaslamaktı. Aşağıda yarışı ilk 24 sırada bitirenlerin 60. kontrol noktasından finişe kadar olan (195K – 246K) son 51km’lik bölümdeki splitleri var. Yukarıda dediğim gibi 2015’te bu bölümü 6:02’de koşarken de yarışın en iyi sürelerinden biriydi ama bu yıl son 51 km’yi 5 saat 30 dakikanın altında koşan dört kişiden biri olmuşum. (Parantez içindeki sayılar son bölümü 5:30 altında koşanların 195. km’deki ve yarış sonundaki sıralamasını ifade ediyor).



1
Ishikawa Yoshihiko
Japan
5:11:53
(1>1)
2
Brunner Radek
Czech Rep.
 5:35:35

3
Oliveira Joao
Portugal
6:31:43

4
Tamás Bódis
Hungary
6:16:03

5
Sumny Milan
Czech Rep.
6:17:24

6
Zaborskiy Ivan
Russia
6:08:37

7
Hosl Patrick
Germany
5:22:08  
(13>7)
8
Simanovics Edgars
Latvia
6:47:27

9
Välitalo Dan
Sweden
5:56:07

10
Higgins Alastair
UK
6:19:14

11
Mukae Tsukasa
Japan
5:56:53

12
Maggiola Enrico
Italy
5:37:59

13
Flear Nathan
UK
6:46:41

14
Válek Petr
Czech Rep.
6:04:45

15
Rivera Will
U.S.A
6:20:54

16
Hearn Bob
U.S.A
5:20:07  
(32>16)
17
Maraz Zsuzsanna
Hungary
6:31:56

18
Velička Ondřej
Czech Rep.
6:12:56

19
Cracco Junior Urbano Dario
Brazil
7:25:29

20
Polymenis Ioannis
Hellas
6:05:12

21
Olsen Jon
U.S.A
7:04:29

22
Kašparová Kateřina
Czech Rep.
6:16:31

23
Reus Florian
Germany
8:31:22

24
Celikbas Aykut
Turkey
5:25:07
39>24)


Çizelge Mert Derman



Bu grafiklerde birkaç şey dikkatimi çekiyor. 100 km'yi bu sene 9:27 ile oldukça iyi geçtiğimi düşünmüştüm ama 52. sıra ile yarış içindeki en kötü sıralamam burada oluşmuş. Mayıs'taki Avrupa 24 Saat Şampiyonası'ndaki 100K geçiş zamanım ile neredeyse aynı süre ama orada 37. olarak geçmiştim. O yarış tamamen düz bir parkurdu, Spartathlon'un ilk 100'ü inişli çıkışlı. Bu da yarışın katılımcı kalitesinin ne kadar yüksek olduğunu ve ilk yarının ne kadar hızlı koşulduğunu gösteriyor. İkinci dikkatimi çeken durum 123-195K arasında kendimi çok kötü hissettiğim dönemlerde bir şekilde sıralamada geriye düşmemiş olmam. Demek ki sadece ben değil hava şartları yüzünden başkaları da sorun yaşıyormuş.

Son 51K'yı 5:30 altında bitirenlere baktığımda... Yarışı kazanan Ishikawa'yı hızlı geçiyorum. Halihazırdaki 24 saat Dünya Şampiyonu. Alman Patrick Hosl ülkesinin 24 saat şampiyonlarından ve 120'ye yakın ultra ile büyük bir tecrübe. 51 yaşındaki Amerikalı Bob Hearn ise iyi arkadaşım. Yavaş başlayıp hızlı bitirmesi ile ünlü, 3 kez Spartathlon'u 30 saat altında koştu ve 50+ kategorisinde Amerika 24 saat rekortmeni. Evet, hissettiklerim yanlış değil, katılımcı kalitesini dikkatini aldığımda bu en güçlü bitirdiğim yarış.  

"Sonu iyi biten her şey iyidir" (All's well that ends well) sözü ultramaratonlar için oldukça doğru bir söylem. Özellikle yarışın sonu iyi bitmişse beyin hemen yaşadığımız kötü dönemleri hafızadan siler. Bunu yapmasaydı kimse bir yarıştan fazlasına girmezdi! Yarışın sonucu benim için çok iyi bittiği için sanki öncekilere göre çok daha az problem yaşadığımı düşünmek kolay. Ama gerçek pek öyle olmadı. 160. kilometrede Suna ve Kerem ile konuşsaydınız, beni o durumda gördüklerinde kimse bu sonucu tahmin edemezdi. 

Bütün olarak  baktığımda bunun en başarılı koştuğum yarış olduğunu söylemem gerek. Bunu sorun yaşamadığım veya kusursuz bir yarış koştuğum için değil, iyi bir plan ve strateji ile yarışa başlayıp yaşadığım sorunlara karşı pes etmeden ayakta kalmayı başardığım ve son 6-7 saatte elime gelen fırsatı sonuna kadar değerlendirmeyi başardığım için söylüyorum. Bu yarışları koşmaya devam etmemdeki en büyük sebeplerden biri hesapta olmayan zorluklarla karşılaştığımda nasıl tepki vereceğimi ölçerek kendimi teste sokmak. Her şeyin yolunda gideceğini bildiğim bir yarışa girip iyi bir dereceyle bitirmek benim için pek tatmin edici değil. Blogun üstünde yazan Sir Edmund Hillary sözü gibi...

"Bir maceraya atılırken başaracağınızdan kesin olarak eminseniz, başlamanın ne gereği var?" 

Fiziksel olarak her zaman kırılabileceğimi ve benden çok daha güçlü koşucular olduğunu biliyorum. Beni daha çok ilgilendiren işin zihinsel mücadele kısmı. Bu yüzden 24 saat yarışının sonundaki kırılganlığım beni nasıl olumsuz etkilediyse, bu yarışın bütünündeki zihinsel dayanıklılığım bir o kadar mutlu etti. Basketbol oynarken maçların kritik noktalarında önemli ve zor sayılar attıysam bazen yıllar sonra bile gözümü kapattığımda bunları hatırlardım. Sanırım bu yarışın son 50 kilometresi şimdiden beynime kazındı ve uzun süre de böyle kalacak.

Evet, 6 gün boyunca her türlü duygunun en yoğun haliyle yaşandığı Spartathlon 2018'in benim gözümden hikayesi bu şekilde. 35. Yıl Albümünde Arjantin'li Martin Cordoba, "Ben Spartathlon'u koşmuyorum. Spartathlon'u yaşıyorum" yazmış. Sanırım ben de bundan daha iyi ifade edemezdim.

(Henüz rahatlamayın, rapor bitmedi. Fotoğrafların altında devam edecek!).

Yarışın ertesi günü Suna ve Kerem'le Leonidas'ın huzurunda. 

4 kere bitiren Güney Koreli Bruce ve 3. kez bitirip 27:02 ile en iyi derecesini yapan Amerikan takımından Bob. 

6. kez üst üste bitiren Amerikan takımının kaptanı Andrei Nana ve eşi Claire. 

Oda arkadaşım Roman olumsuz havadan etkilendi, geçen seneye göre yavaştı ama yine de 29:46'da bitirdi.
Bir odadan iki sub30 hiç fena değil!

3x finisher Filipinli Rolando Espina ile kutlama gecesinde. 


15x finisher Spartathlon efsanesi Seppo Leinonen. 

Kutlama gecesinin yapıldığı deniz kenarındaki mekan. 

Güney Afrikalı Arthur yarış raporlarımı okuduğunu ve çok yararlı olduğunu söyledi.
İlk kez koştuğu yarışı 33:40'da tamamlamayı başardı.   

İspanyol Diego 2016'da bana mesaj atıp yarış raporlarımı okuduğunu söylemiş ve
 ilk defa katılmak için bazı sorular sormuştu. Bu yıl katıldı ve İspanya'dan katılan dört koşucu
arasında yarışı bitirmeyi başaran tek İspanyol oldu! 

Yarış Direktörü Kostis Papadimitriou ile.

The Spartan Mile

Evet, zorlu yollardan geçerek buraya kadar okuyup Sparta'ya ulaştığınıza göre biraz eğlenmeyi hak ettiniz! Spartan Mile ne mi? Bundan birkaç yıl önce Spartathlon’u koşan iki İsveçli koşucu yarışı bitirdikleri akşam aralarında bir iddiaya girerler. Ertesi sabah Kral Leonidas heykelinin hemen arkasındaki atletizm pistinde 400 metre koşup bu şartlarda kimin hızlı olacağını göreceklerdir. Dediklerini de yaparlar. Ertesi yıl bütün İsveç takımı kendi aralarında bu koşuyu düzenlerler. Böylece gelenek haline gelen Spartan Mile bu sene çok ülkeli bir katılımla yapıldı.

Yarıştan sonraki gün öğlene doğru pistte düzenlenen bu eğlenceli koşuda kurallar basit. Sadece o sene Spartathlon koşanlar katılabilir (bitirmiş olma zorunluluğu yok). Spartalı geleneklerine uygun olarak herkes çıplak ayakla koşmak zorunda. Erkekler sadece iç çamaşırı giyerek katılabilir, kadınlar için zorunlu kıyafet yok. İsmi “mil” olmasına rağmen Spartathlon sonrası o kadar da deli olmadığımız için tek tur olarak 400 metre olarak koşuluyor (Belçika takımına bu sene yetmemiş olacak ki 4x400’ü yaparak mili tamamladılar).

Bu yıl çeşitli ülkelerden yaklaşık 25-30 kişi olarak yerimizi aldık. (İsveçliler otellerinden gelirken sorun yaşayıp yetişemedikleri için daha sonra kendi yarışlarını yaptılar). Yine hafif yağmur altında son derece eğlenceli geçen koşuyu yarışı bitiremeyen koşuculardan biri olan İspanyol Juan Andres Camacho Fernandez kazandı. Sonuç mu? 1 dakika 11 saniye. Ben? Sonuncu olmadım ama arka grupta liderden yaklaşık 1 dakika sonra tamamladım. Çalışmak için önümde bir sene var!

Photo: Spartan Mile











25 yorum:

  1. İlker Burgaç10 Ekim 2018 15:39

    Spartathlonu baştan sona yaşadığımı hissettiren inanılmaz yarışın inanılmaz raporu..O kadar ki raporun ortalarındayken önümde duran su bardağını midemi bulandırmasın diye kenara kaldırdım..Ve finalde neredeyse gözlerim doldu..
    Kendime not: Olur da Aykutun destek ekibinde yer alırsam beyaz önlük ve steteskop bulundurmayı unutma! :)
    Ayağına, kalemine, yüreğine sağlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ilker cok tesekkurler. Suyu cok uzaga goturme yine de, dehidrasyona girme :)

      Sil
  2. şu rapor hiç bitmesin istedim be abi. sanki rüyadan uyandım şimdi. sen çok yaşa da biz de bir ömür izinden gitmek için kendi hedeflerimiz doğrultusunda mücadele edelim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hakan tesekkur ederim. Raporun bitmemesi icin yarışın da bitmemesi gerekirdi. Bence yeteri kadar koştuk, şimdilik daha fazla koşturma istersen :)

      Sil
  3. Herkese kısmet olamayacak bir özelliği var Aykut Çelikbaş'ın Hem iyi koşuyor hemde iyi yazıyor.Onun yazdığı tüm koşu raporlarını okudum,raporların tümünde sanki parkuru ben koşuyormuşum gibi rüyaya daldım.Ultra kitap'ta kendi alnında yazılmış en güzel yapıtlardan biri.Ne söylesek eksik olur iyiki Aykut Çelikbaş var,iyiki koşuyor ve iyiki yazıyor.Sağlıcakla hep koşmanı ve yazmanı diliyorum,bu dünyayı güzelleştirdiğin için sonsuz teşekkürler ve alkışlar..

    YanıtlaSil
  4. Raporun da yarışın gibi şahane olmuş. Eline sağlık. Tekrar tebrik ederim

    YanıtlaSil
  5. Abi süpersin mükemmel bir yarış raporu bizzat yaşadıklarını hissettim diyebilirim inşallah bir gün bizde senin açtığın bu yoldan devam eder ve bu yarışlarda koşma fırsatı buluruz.Ayağına ve kalemine sağlık. Abi sonrki gün 400 mt koşunuz harikaydı hep merak etmişimdir yatıştan sonraki hallerinizi o mesafeden sonra yürümek bile imkansızken sizbirde ısınmadan koşuyorsunuz ayakta alkışlıyorum. Abi hayatında nice böyle başarılara imza atmanı dilerim. (Bu arada haftaya ilk ultramı koşacağım bakalım kazasız belasız bitire bilecekmiyim).saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fatih öncelikle haftaya başarılar. İlk ultranı koşuyorsan zamanla çok ilgilenmeden keyfini çıkarmaya çalış. Kötü hissettiğin anlar olacak ama bunların da işin bir parçası olduğunu unutma. Kötü anlar olacak ki iyi anların değerini daha çok anlayabilesin. Bol şans!

      Sil
  6. Tebrik ederim... Yaşadıklarınızı paylaştığınız için de çok teşekkürler. Paylaşımlarınız ilham verici... Başarılarınızın devamını dilerim, sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
  7. Bitmesin diye ağırdan alarak, yudum yudum okudum. Sizinle birlikte ben de koştum, ıslandım, yoruldum, zihnimle mücadele ettim, bitirdim, dostlarla kutladım, tüm macerayı yaşadım. Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık. Yepyeni tecrübelerin sizi daha da olgun güzelliğe taşıması, ardınızdan geleceklere pırıl pırıl ışık olmanız dileğimle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi dilekler için çok teşekkür ederim Demet.

      Sil
  8. Aykut bey kutlama sözcüklerinin cılız kalacağı bir başarının, ana ortağısınız.Size bundan sonra da böyle hayal ötesi başarılar diliyorum. Koşunuzu zaman zaman canlı takip edip,son durumlarınızı görme şansım olmuştu.Geçmiş yarış raporlarınız ve kitabınızdaki alıntılarla birleştirip,kendimce bir senarize etmiştim ama ,hepsi bundan ibaret..Oysa o km lerin içinde kanlı canlı bir mücadele yapan siz vardınız.Ne kadar empati kursak ,hatta aynılarını bizler yaşasak asla sizin yaşadıklarınızı anlayamayız.Eminim koşan pek çok arkadaşımız size gıpta ettik.Kısaca : siz bir harikasınız..Yaşadığınız başarılar,yaşayacaklarınızın azları olsun inşallah..Size empati duymak da çok güzel bir duygu..Cemal Ünlü

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi dilekleriniz için çok tesekkurler.

      Sil
    2. Okuduğum onca kitap izlediğim onca filmden beni daha çok etkileyen muhteşem yarış raporu. Gururumuzsun Tebrik ve teşekkürlerimle

      Sil
    3. Ediz ben ben teşekkür ederim.

      Sil
  9. Ellerine ayaklarına ve yüreğine sağlık Aykut, bu sene içinde şimdiden başarılar

    YanıtlaSil
  10. Yarışın birincilik ödülü var mı ?

    YanıtlaSil
  11. Bu kadar zor bir yarış olmasına rağmen UTWT yarışları arasında yer almıyor Sparta yarışı sebebi ne olabilir ? Organizasyon mu, yada başka birşey mi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. UTWT (Ultra Trail World Tour) patikalarda koşulan yarışları kapsar. Spartathlon bir patika koşusu değil.

      Sil
  12. Süper bir yarış, mükemmel bir yazı. Spartathlon hakkında bu kadar detaylı ve güzel bir rapor okumamıştım. Maraton zor diye düşünürken, 250 km hayal ötesi gibi görünüyor. Ama demek ki inanınca ve çalışınca oluyormuş. Ayağınızı ve yüreğine sağlık Aykut Bey. Bu çaba ve başarıya anca şapka çıkarılır. Başarılarınızın devamını diliyorum.

    YanıtlaSil