29 Haziran 2022 Çarşamba

Western States 100 Yarış Sonrası - Aytuğ ile Değerlendirme

25 Haziran 2022'de yapılan 100 millik Western States Endurance Run (WSER) yarışında kardeşim Aytuğ Çelikbaş da koştu. 1970'lerden beri yapılan, Kuzey Amerika'nın en eski ve tanınmış ultralarından biri olan bu yarışta koşacak ilk Türk olduğu için yarış öncesinde hem yarış hakkında bilgi veren hem de hedeflerini içeren bir sohbet yapmıştık. İsteyenler burada okuyabilirŞimdi de yarış nasıl geçti, hedefler ne oranda gerçekleşti gibi konuları konuşacağız.

Evet Aytuğ, öncelikle tebrikler, yoğun geçen bir hafta sonunun ardından WSER yarışından döndün. O zaman hemen kaldığımız yerden başlayalım ve yarışın öncesinden bahsedelim. Yarış cumartesi sabahı 05:00’de başlıyordu. Sen yolculuk planlamanı biraz anlatarak başlayabilirsin. 

Evet, daha önce bahsettiğimiz gibi parkur Olympic Valley’den başlayıp Auburn’de bitiyor. Dolayısıyla konaklama planımı yarış öncesinde Olympic Valley'de, yarış bittikten sonra da Auburn'de olacak şekilde yaptım. Özellikle Olympic Valley'de yer bulmak oldukça zor, ben Şubat ayında rezervasyonlarımı yaptığım için şanslıydım. Ulaşım planımı da yarıştan 2 gün önce Amerika'da olacak şekilde yaptım, dolayısıyla çarşamba günü öğlen Sacramento'daydım. Auburn'e ulaşmanın bir kaç yolu var, San Francisco, Reno ve Sacramento havalimanları kullanılabilir ama hepsinde mutlaka başka ulaşım araçları veya aktarmalar yapılması gerekiyor.

Sacramento'ya ulaştıktan sonra benden önce Kanada'dan gelen diğer arkadaşlarımla buluştum. İlk önce beraber yarışın bittiği Auburn'deki Placer Lisesi'nin atletizm pistine gidip birkaç hatıra fotoğrafı çektirdik. Daha sonra finiş noktasına çok yakın olan, aynı zamanda yarışın sponsorlarından biri de olan Aid Station koşu mağazasına gittik. Bu mağaza WSER koşucularının buluşma noktası. Yarış öncesi bazı etkinlikler yapılıyor, o gün de canlı podcast yayını vardı.

Ardından sadece Amerika dışından gelen koşucular için özel düzenlenen yemeğe katıldık. Burada yarış direktöründen, daha önce yarışı defalarca bitirmiş veteranlara ve yarışı kazanan koşuculara kadar birçok kişiyi görmek mümkün oldu. Akşam saatlerinde de Auburn'den karayolu ile 1,5 saat uzaklıkta bulunan Olympic Valley'deki oteldeydim.


Yarış öncesi Amerika dışından gelen koşuculara verilen yemek. 

Perşembe günü biraz dinlendikten sonra Cuma günü kayıt açıldı. Sen de göğüs numaranı ve kitini aldın.

Evet, sabah 9 itibariyle kayıtlar açıldı. Kit içinde yarışın sponsorlarından birçok hediye verildi. Bunun dışında destek ekibim olmayacağı için yarışın belli noktalarındaki istasyonlarda erişeceğim dropbagleri saat 13:00’e kadar teslim etmem gerekiyordu. Bunları zaten hazırlamıştım ama son bir kontrolden sonra teslim ettim.

Yarıştaki hedefini önce bitirmek, sonra da mümkünse 24 saatin altında bitirmek olarak belirtmiştik. Buna göre bir strateji oluşturduk, biraz da bunlardan bahset istersen.

Evet, WSER’in sitesinde 24 saat altında koşmak için hangi istasyondan hangi zamanda geçmek gerektiğini gösteren bir tablo var. Bunlar yarışın tarihinde 24 saat altında bitirenlerin ortalaması alınarak hesaplanmış. Tabii ki yüzde yüz kesin zamanlar diyemeyiz ama doğruluk oranı oldukça yüksek. Örneğin son istasyonlarda o süreden 10 dakika sonra geçersen hala bir şansın olabilir ama bir saat sonra geçiyorsan artık mümkün olmayacağı kesin denebilir. Bu anlamda iyi bir fikir veriyordu. Ben de kendi güçlü ve zayıf yanlarımı düşünerek bu zamanları referans aldım.

Tüm katılımcılara kayıtta verilen kit içeriği

Starttan dakikalar önce iyi dostumuz Amy Sproston ile. Amy yarışı 4 kez bitirdi, ikisinde ilk üçte yer adı. Bu yıl Youtube canlı yayını için organizasyona yardımcı oldu.  

2013 Şampiyonu, 7 kez bitiren Pam Smith kayıtta gönüllülerden biriydi. 



Eğim Grafiği

Peki yarış sabahına gelelim. Yarış sabah 05:00’de başlıyor. Başlangıç tamamen karanlıkta ama benim daha önce koşanlardan aldığım bilgiler fenerle başlamaya gerek olmadığı yönündeydi. Sen de fenersiz başladın. Sorun yaşadın mı?

Evet, büyük çoğunluk fener kullanmadı, bence de gerek yok. Çünkü zaten yarışın ilk bölümü geniş araba yolunda koşuluyor ve 10-15 dk içinde hava neredeyse tamamen aydınlandı.

Bu yarışın aslında fazla bahsedilmeyen yanlarından biri ilk 50 km’sinin neredeyse tamamının 2000 metrenin üzerinde koşuluyor olması. Yarış 1890 metre irtifadan başlıyor, ilk 6 km içinde 2667 metredeki Emigrant Pass’e çıkıyor ve ancak 49. Km’deki Robinson Flat’ten sonra 2000 metrenin altına inmeye başlıyor. 2000-2500 metre irtifa çoğu kişi için kabul edilebilir bir irtifa ama koşu gibi yüksek eforlu bir sporda, özellikle senin gibi deniz seviyesinden gelen birinin saygı duyması gereken bir yükseklik. Bu ilk 50 km’de bunun etkisini hissettin mi?

Evet, yarışın ilk tırmanışı aynı zamanda en uzun tırmanışı. Eğim ve uzunluk olarak Alpler’deki UTMB veya Lavaredo Ultra Trail gibi yarışlardaki 5-6 km’lik tırmanışlara çok benziyor. Ben de eğimin az olduğu ilk birkaç kilometre nabzımı kontrol altında tutmak için yürüme koşma stratejisi ile başladım. Zirveden önceki son bölümde eğim çok artınca hemen herkes gibi hızlı yürümeye döndüm ve zirveye kadar bu şekilde devam ettim. Zirvede 100’den fazla kişi koşuculara destek vermek için toplanmıştı. Buradan devam ettikten sonra uzun bir süre sessiz ve ıssız bir bölümde koşuyorsunuz.

İrtifanın etkisinin ne kadar olduğunu kestirmek kolay değil. Son iki haftadaki taper döneminde az koşup dinlenmiş oluyorsunuz. Yarış başı heyecanı ile enerjiniz de yüksek oluyor.  Sonuçta yüksek irtifanın deniz seviyesinden daha fazla zorlayıcı olduğu bilimsel bir gerçek ama baş dönmesi veya zor nefes alma gibi şeyler yaşamadım.

Peki biraz da beslenme planından bahsedelim. Yarışın ilk 50 km’si hem yüksekte geçiyor dedik hem de güneş batana kadar sıcaklık zaman zaman 40 dereceye yaklaşıyor. Tüm bunlar mideye gidecek kan miktarının azalması ve sindirimin zorlaşması anlamına geliyor. Bu yüzden sıcak saatlerde sindirimi ve enerjiye dönüşümü kolay olan  sıvı ağırlıklı beslendikten sonra akşam saatlerinde katı besine yönelme stratejisini planlamıştık. Bu strateji ne oranda başarılı oldu?

Evet, gün içinde mide ve bağırsakları en az zorlayacak bir beslenme planı vardı. Buna göre enerji içeceğimi toz olarak yanımda taşıyıp her istasyonda su ile karıştırıp devam edecektim. Burada hızlıca şundan bahsetmek istiyorum. Yarışın ana sponsorlarından biri enerji içecek markası GU ve bütün istasyonlarda GU'nun 7-8 çeşidi (kafeinli, kafeinsiz, farklı tatlar, ekstra elektrolitli sıvı veya jel vs.) bulunuyordu. Dolayısı ile eğer bu şekilde beslenmek isterseniz yanınızda bir şey taşımanıza gerek yok. Ama ben riske girmeyip daha önce denediğim ve bende sorun yaratmadığını bildiğim enerji içeceğimi kullandım.

Bu beslenme stratejisi mükemmel işledi diyebilirim, 16 saat sonunda güneşin etkisini nispeten yitirmesi ile karnımda hafif bir şişkinlik olmaya başladı ve bu noktadan sonra daha çok istasyonlarda bulduğum katı gıdalara yöneldim. Bu stratejinin tek kötü yanı istasyonlarda 3-4 dakika harcamam oldu. 21 istasyon olduğu düşünülünce toplamda bu ciddi bir süre anlamına geliyor.

Yarış başladığında sıcaklık 10-11 derece gibiydi. Yarış öncesinde konuştuğumuzda başlarken biraz üşümenin iyi olacağını, uzun yokuşta hemen ısınacağını, fazla giyinip erkenden çok terlemeye başlamaman gerektiğini konuşmuştuk. Sen de atlet ve kollukla başladın. Bu seçim doğru oldu mu?

Evet, bence doğru seçimdi. Aslında çantamda bir rüzgarlık da vardı. Start alanında beklerken biraz ürpersem de yokuşla birlikte vücudum ideal sıcaklığa ulaştı. Kolluklar sayesinde ilk birkaç saat ısıyı istediğim gibi ayarlayabildim. 

O zaman biraz sıcaktan bahsedelim. Yarış öncesinde de bahsettiğimiz gibi bu zaten sıcak olacağı bilinen bir yarış, bu sebeple çok sıcaktı demenin bir anlamı yok. Her sene belirli noktalarda sıcaklık ölçümü yapılıyor ve yarışın sitesinde yılların sıcaklıkları sıralanıyor.  Yarışın sosyal medya hesabında finişte sıcaklığın 99 Fahrenhayt (37 santigrat) ölçüldüğü söylendi. Buna göre yarışın 49 yıllık tarihindeki en sıcak 8. yıl olmuş. Yani en sıcak olmasa da ortalamanın üzerinde bir sıcaklık olmuş. Sen yarışta nasıl hissettin? 

Aslında yarış başlarken tahminimden daha sıcaktı çünkü önceki iki gün sabah saatlerinde oldukça serin bir hava vardı.  Saat 8 civarında oldukça ısınmaya başladı. Gölgeler sabah iyiydi ama özellikle güneşin direkt geldiği noktalarda öğlen saatlerinde gelecek sıcaklığın habercisi gibiydi. Öğleden sonra ve özellikle kanyonlarda ise çok sıcak oldu. Kanyonlar hiç rüzgar almadığı için hava çok basık ve sauna etkisi yapıyor. Akşamüstü saat 7'den sonra buz alma ve kendimi ıslatma ihtiyacı hissetmedim.

Ben ince beyaz kolluklar ve aynı şekilde beyaz kalf çorabı giydim ve saat 11’den itibaren ensemde buz bandanası kullanmaya başladım. Her istasyonda buz bandanasına buz koyup boynuma bağlıyordum. Kolluklara buz koyduktan sonra da elimde taşıdığım mataranın içine buzlu su (hem içmek, hem de üzerimi ıslatmak için) ekliyordum. Ayrıca istasyon çıkışlarında isterseniz ya üzerinize su sıkıyorlar ya da buzlu sudan çıkmış süngerler ile üzerinize su döküyorlar. Sabah 11'den akşam 7'ye kadar bu şekilde gittim. 

Daha önceki yarışlardan tanıdığım kişiler de koştuğu için seni takip ederken önünde arkanda gidenlere bakıyordum. Bir ara aşağıda ekran görüntüsünü aldığım durum oluştu ve birkaç istasyon boyunca böyle gitti. Önünde WSER 2016 kadınlar birincisi Kaci Lickteig 8. kez bitirmek için koşuyordu. Arkandaki Meghan Canfield de 13. finişine gidiyordu. "Acaba yarışı 19 kere bitiren iki kadının arasında olduğunun farkında mı?" diye düşünüyordum. Farkında mıydın?


Bundan ilk kez haberim oluyor! Kaci'nin farkındaydım çünkü onu ismen tanıyordum. Uzunca bir süre önlü arkalı görüş mesafesinde koştuk. Hatta Foresthill (100K) istasyonuna doğru koşarken bundan sonraki bölüm nasıl diye sordum, bana kalan yerler hakkında bilgi verdi. Meghan'ı ise tanımadığım için farkında değildim. 

Evet, Kaci geçen sene ciddi bir ameliyat geçirdi. Antrenmanlara bu yıl tekrar başladı, o yüzden henüz eski hızında değil, yoksa birlikte fazla koşman zor olabilirdi! 

Peki o zaman Foresthill (100K) demişken oradan devam edelim. Sen yarışta destek ekibi kullanmadın ve 100. km’ye kadar geldin. Yarış öncesinde WSER’de 100. km’den itibaren pacer kullanmanın serbest olduğundan bahsetmiştik. Burada biraz detaya girmemiz yerinde olur.

Bilindiği gibi Avrupa ve Türkiye’deki yarışların büyük çoğunluğunda pacer kullanılmasına izin verilmiyor. Sen de benim gibi bundan önceki yarışlarını tamamen yalnız koşmuştun. Fakat tam tersine Amerikan yarışlarının büyük çoğunluğunda parkurun belli bir noktasından sonra pacer serbest. Bu farklılığın sebebi uzun bir yazı konusu olabilir ama kısaca kültürel faktörlere ve Amerika’daki bireysel özgürlüklere dayandığını söyleyebiliriz. 

Zorunlu malzeme taşıtmak genellikle bireysel özgürlüklere müdahale olarak görüldüğü için Amerikan ultralarının çok büyük bölümünde böyle bir şey söz konusu değil.  Üstünüzde yarış numarası dışında hiçbir şey taşımadan bütün yarışı koşabilirsiniz. Tabii başınıza bir şey gelirse sorumluluk tamamen sizin, organizasyondan bir beklentiniz olamaz. İşte pacer kavramı, yorgunluk ve karanlık gibi faktörlerin etkisi ile özellikle yarışın ikinci yarısında artan bu güvenlik riskini azaltmak için ortaya çıkmış bir sistem. Yani zorunlu malzeme yok ama zor durumda kalırsanız yanınızda size yardım edebilecek birisi var.

Evet, dediğin gibi bizler Türkiye’deki ve Avrupa’daki yarışlardan parkurun tamamını yalnız koşmaya alışığız. Bizde bazen yarışı koşanlar arasında ikili üçlü gruplar oluşup benzer birliktelik olabiliyor ama bunlar yarışın durumuna göre anlık olarak gerçekleşir. Ben aslında yalnız koşmaya göre kendimi hazırlamıştım.  WSER’in sitesinde bir pacer eşleştirme bölümü var. Oraya pacer olmak isteyenler kendi bilgilerini gönderiyorlar ve onlara ulaşabiliyorsunuz. Oradan birkaç deneme yaptım ama çok verimli olmadı. Zaten bildiğin gibi koşucu ve pacer arasındaki uyum çok önemli. Tanımadığınız veya ultramaraton psikolojisini bilmeyen biriyle koşarsanız yarardan çok zarar getireceği bir gerçek.

Evet, sen yalnız koşacakmışsın gibi hazırlık yapmıştın ama zaman yaklaştıkça biraz da benim baskımla pacer fikri daha ağır bastı. Her yarışın kendine has özellikleri var, bu yarışta en önde bitirenler dahil hemen herkes pacer kullanıyor. Bence gerçek bir WSER deneyimi yaşaman için bu gerekliydi. Aslında bu konuda biraz geç kalmış olmamıza rağmen önceden tanıdığım Amerikalı arkadaşlara mesaj gönderdiğimde hemen çok olumlu dönüşler yaptılar. Böylece iki gün içinde pacer konusu netleşti. Bob Hearn seninle Foresthill (100K) istasyonunda koşmaya başlayıp 126K’daki nehir geçişine kadar gelecekti. Orada Gina Myers görevi devralıp birlikte finişe kadar gidecektiniz.

Kendileri hakkında biraz bilgi de verelim. Bob son derece deneyimli ve güvenilir bir dostum. Kendisi hakkında kısa yazmak zor ama aralarında 2 kez WSER, Badwater, 4 kez Spartathlon, Vol State 500K gibi yarışların da olduğu 100’e yakın ultramaraton koşmuş ve birçoğunda önemli dereceler yapmış biri. 100 milden 6 gün yarışlarına kadar birçok Amerikan yaş grubu rekorunun da sahibi. Ayrıca Amerika 24 Saat Takımının şu anki direktörlerinden biri. Bob ile 2015 Spartathlon’dan beri tanışıyorum ve mesaj gönderdikten 15 dakika sonra bana dönüş yapıp, büyük bir zevkle koşarım dedi. Henüz bir ay önce çok uzun bir yarıştan döndüğü için geri kalan 60 km’nin hepsini ona koşturmak istemedik. Böylece son bölüm için de Gina gönüllü oldu. O da 100 km’nin altındaki ultralarda hızlı ve deneyimli, ayrıca ultra psikolojisini bilen son derece pozitif bir koşucu arkadaşımız. Böylece ekip tamamlandı.

Sen de ilk kez pacer ile koştun, kendini nasıl hissettin?

Özellikle zihinsel yönden birçok faydası olduğu bir gerçek. Bir kere sürekli zaman hesabı yapmak sorunda kalmıyorsun, konuşacak biri olduğu için kafan dağılıyor ve yalnız başına iken aklına gelen olumsuz düşünceleri dağıtmak daha kolay oluyor. Ancak tabii ki senin de dediğin gibi pacer'ın kim olduğu çok önemli. Koşucu ile uyum sağlayamayan biri olursa işler daha da zorlaşır. Bu yarışta bana destek olan harika insanlar vardı ve çok şanslıydım.   



Gina Myers - Bob Hearn

O zaman artık nehirden geçebiliriz. Bu yarışın farklı yanlarından biri de 126. km’deki nehir geçişi. Her sene nehrin yüksekliğine göre ya botla geçiliyor ya da koşucuların halata tutunarak geçmesine izin veriliyor. Biraz bu bölümü anlat, fotoğraflarda ve videolarda görüldüğü gibi miydi yoksa beklemediğin şeyler oldu mu?

Evet, aslında parkurda sadece nehir geçisinde suya girmiyorsunuz, kanyonlarda da birkaç yerde diz boyuna gelen derinlikteki dere geçişleri var ama onlar yüksek değil. Yarış öncesindeki brifingde bu yıl nehrin bel seviyesini biraz geçtiği, dolayısı ile bot ve can yeleği kullanılmayacağı söylendi. Ben Bob ile birlikte nehire geldiğimde saat 23:18 idi ve hava hala 20 derece civarındaydı. Yaklaşırken bel kemerimde 2 kilitli poşet içinde taşıdığım telefonu daha yukarıda olması için sırt çantasına koydum.

Bu noktada pacer görevini Gina, Bob’dan devralacaktı. Beni karşıladı ve hemen nehire doğru ilerlemeye başladık. Burada sorun yaşanmaması için ciddi önlemler alındığını hemen fark ediyorsunuz. Nehir kenarına geldiğinizde önce bir görevli ne yapmanız gerektiğini anlatırken bir başkası boynumuza parlak neon ışık yayan plastik bir kolye taktı ve akıntıya kapılmamak için halatı asla bırakmamamız gerektiğini anlattı.

Ben önde, Gina arkamda olmak üzere halata tutunup nehire girdik. İlk önce gerçekten bel seviyesinde olan derinlik ortalarda göğüs bölgesine gelmeye başladı. Akıntı olduğu için su çok soğuktu ve bütün gün güneşin altında kavrulduktan sonra bir anda vücut ısım düşünce titremeye başladım. Aslında nehire güneş batmadan gelenler eminim soğuk suda daha iyi bir deneyim yaşıyorlardır ama geceye kalınca bunlar olabiliyor.

Bu arada şunu özellikle belirteyim. Nehirde zemin düz değil, büyük kayalar var ve ya bunların üzerinden atlamanız ya da üzerlerine basmanız gerekiyor. Akıntı ile beraber dengede durmak bazı yerlerde zorlaşıyor. Nehirin kendisi de fotoğraflarda hissettiğimden daha genişti. Çıktıktan sonra halatla tutunarak kısa ve dik bir yokuştan dropbag'lerin bırakıldığı noktaya ulaştık. Burada birçok kişi ayakkabı değiştiriyor. Ben sadece t-shirt ve şapkamı değiştirdim ve 3 km ilerideki istasyona doğru yola çıktık.

WSER resmi sitesindeki 24 saat altında bitirmek için ara zamanlara baktığımızda nehir geçişinin olduğu Rucky Chucky istasyonuna 23:10’da gelinmesi gerektiğini söylüyor. Sen burayı 23:18’de geçtin. Ama bundan sonraki büyük istasyon olan Auburn Lake Trails’e beklenenden çok daha geç geldin. Yarışın ilk bölümünde bazı noktalarda çip zamanı çok geç geliyordu, ben takip ederken yine öyle bir şey olduğunu düşündüm ama öyle değilmiş. Burada bir sorun yaşadığın belliydi. Ne oldu senden dinleyelim.  

Nehirden çıktıktan sonra 3 km kadar ilerideki Green Gate istasyonuna uzun bir tırmanış var. İstasyonda hızlıca bir şeyler yedikten sonra yürümeye başladık. Burada bu kadar tırmanışın biraz fazla olduğunu düşünmeye başlamışken saatim rotadan çıktığımız uyarısı verdi. Hemen Gina'ya söyledim ve etrafta işaret aramaya başladık. O arada yukarıdan başka koşucuların pacerlar’ı geliyordu. Bir yandan onlara koşucu görüp görmediklerini, doğru yolda olup olmadığımızı soruyordum. O anda yukarıdan gelen biri doğru yolda olduğumuzu yukarıdaki araba parkına gitmemizi söyledi. Ben de saatime yüklediğim parkurda değişiklik olabileceğini düşündüm ve devam ettik. Bu bölümün tamamı yokuş yukarı olduğu için km'yi 12 dakika civarında geçiyorduk. Maalesef araba parkına ulaştığımızda park görevlisi yanlış rotaya saptığımızı ve Green Gate istasyonuna geri dönmemiz gerektiğini söyledi.

Hemen geri dönüp aşağı doğru koşmaya başladık. Bir yandan koşarken bir yandan da ne kadar zaman kaybettiğimizi anlamaya çalışıyordum. Ama saatimdeki km ve ortalama pace değerleri artık anlamsız hale geldiği için kolay olmuyordu. Green Gate istasyonuna geri geldiğimizde istasyonun hemen bitiminden sağa doğru yolun döndüğünü gördük. Bu noktadan sonraki 4-5 km olabildiğince hızlı koşarak kaybettiğimiz zamanı geri kazanmaya çalışıyorduk. Pacerlarla beraber belki 10-12 kişi geçtik ama yaptığım hesaba göre toplamda 4-4.5 km arasında fazla bir mesafe gitmiştik ve bu da bize  40 dk civarında bir süreye mal olmuştu. Ayrıca 8-9 km olan iki istasyon arasındaki mesafe de 13-14 km'ye çıkmış oldu ve beslenme planım etkilendi.

Bir sonraki istasyona ulaştığımızda kalan mesafeyi 24 saat altı için gerekli olan süreye böldüğümüzde artık mümkün olmadığını anladım. Gina beni sürekli motive edip yapabileceğimize inandırmaya çalışsa da mümkün değildi. Bu noktadan sonra hem zihinsel hem fiziksel olarak vücudum kendini kapattı. O ana kadar 24 saat için limitlerime yakın gidiyordum ve hedeften kopmadığım için beynim yorgunluğu ve ağrıları baskılayabiliyordu. Hedeften kesin olarak koptuğumu anladığım anda her yanım ağrımaya başladı ve neredeyse adım atamaz hale geldim. 

Yanlış gidilen bölüm. Strava verisine göre 4.1 km ve yaklaşık 40 dakika. 

Evet, ultramaratonlardaki en acımasız faktörlerden biri bu. Benzer durumları ben de yaşadım, bu yazıyı okuyan birçok kişinin de yaşadığından eminim. Burada bence üstünde durulması gereken birkaç nokta var. 

Öncelikle seninle de konuştuğumuz gibi kaybolmasan bile 24 saat altının bir garantisi yoktu. Green Gate'de 7 dakika gerideydin ve farkı kapatabilmek için daha uzun süren vardı ama ultralarda her şey bu kadar siyah ve beyaz değil. Onlarca faktör iç içe geçmiş şekilde birbirine bağlı. Bir tanesinde yaşanılan bir sorun başkasını tetikleyip sonuca tesir edebilir. Dolayısı ile yolun geri kalanında başka neler olabileceğini bilmiyoruz. Evet şansın vardı ama sonucu sadece buna bağlamak yanlış olur.

İkincisi, bundan çok daha garip şekillerde yolu kaybetmiş (ve eminim bundan sonra da kaybedecek) biri olarak söylüyorum ki, patika yarışlarında doğru yolu bulmak ve takip etmek de önemli bir beceri. Senin durumunda ben farklı olarak ne yapardım diye düşündüğümde ise cevap çok kolay gelmiyor. Yol doğru mu diye sorduğun kişi, büyük ihtimalle sizin yarışı bıraktığınızı ve araba parkına gitmeye çalıştığınızı zannedip o yüzden o tarafı işaret etmiş olabilir. Bir tarafta rotadan çıktığınızı söyleyen saat, diğer tarafta kendine güvenli bir şekilde buradan gideceksiniz diyen bir insan. Evde oturup düşünürken bile seçim zor. Vücut ve beyin yorgunken, üstelik zaman baskısı altında hızlı bir karar vermek çok daha zor. 24 saat sınırına bu kadar yakın olmasan en doğrusu emin olmak için işaret görene kadar geri gitmek olurdu ama senin durumunda zaman kaybına tahammülün olmadığı için ani bir karar vermek zorundaydın.

Son olarak şunu söyleyebilirim. Kaybolup 24 saat hedefini kaybettiğiniz kesinleştikten sonra Gina bana mesaj atıp durumu bildirdi. Belki bu tür şeyleri çok yaşadığım ve yaşayanları bildiğim için pek şaşırdım diyemem çünkü ultralarda son kilometreye kadar her şeyin olabileceğini bekleriz. Örneğin WSER 2016’da Jim Walmsley bitişe 11 km kala o zamanki parkur rekorunun 40 dakika altında gidiyordu ve rekoru açık ara kıracağı için pistte hazırlıklar başlamıştı. Ama bir ayrımda sola döneceğine düz devam etti ve kilometrelerce gittikten sonra ancak otobana çıkınca yanlış gittiğini anladı. Hatasını anlayınca beyni kapattı ve yürüyerek yarışı 20. sırada tamamladı. Üstelik yarıştan önceki aylarda defalarca bütün parkuru koşup orada antrenman yapmasına rağmen. Yine Brian Morrison örneği aklıma geliyor. WSER 2006’da yarışı kazanmak üzere piste girdiğinde ikinci ile arasında 13 dakika kadar fark vardı. Tek yapması gereken son 300 metreyi bitirip takın altından geçmekti ama burada görebileceğiniz gibi son metreleri dışarıdan aldığı yardımla bitirdiği için diskalifiye oldu.

Dolayısı ile senin olay bana çok da sürpriz olmadı. O zamana kadar verdiğin emek için tabii üzüldüm ama bir yandan da son 20-25 km’yi stressiz ve belki biraz daha zevkli şekilde bitireceğini düşündüm. Hemen Gina'ya mesaj atıp, bunlar işin parçası, hemen unutup son kilometreleri stressiz koşmanın tadını çıkarın diye yazdım. Sonuçta sen de ilk şoku atlattıktan sonra onu yaptın. Zaten yarışı bitirmek isteyen biri için başka bir seçenek yok ama o andaki hayal kırıklığı ile baş etmek kolay değil. Bence buradan çıkarılacak derslerden biri bu.

Aşağıda yarışın resmi sitesinde bulunan 24 saat için istasyon geçişlerinde gerekli olan ara zaman süresi ve Aytuğ'un bu istasyonları geçiş sürelerini görebilirsiniz. Green Gate'de 7 dakikaya inen fark sonra giderek açılıyor. 

 

24 Hour Split

Aytuğ

Lion Ridge

2:10

2:24

Red Star Ridge

3:20

3:37

Duncan Canyon

5:00

5:14

Robison’s Flat

6:30

6:50

Miller’s Defeat

7:25

7:39

Dusty Corners

8:10

8:19

Devil’s Thumb

10:30

10:41

Michigan Bluff

12:40

12:50

Foresthill

14:15

14:21

Cal - 1

15:00

15:20

Cal - 2

16:20

16:36

Rucky Chucky

18:10

18:18

Green Gate (130 km)

18:45

18:52

Quary Road

21:25

22:17

Pointed Rocks

22:30

23:36

Robie Point

23:40

25:04

Finish

24:00

25:23

O zaman bize biraz da yarışın sonundan bahset.

Yarışta sadece bir tane pacer size eşlik edebiliyor ama son 2 km’de yanınızda istediğiniz kadar kişinin koşmasına izin veriliyor (aile üyesi, arkadaşlar gibi). Ben de son bu bölümü Bob ve Gina ile birlikte koşarak piste girdim ve 25:23:46’da yarışı tamamladım. Dediğin gibi zaman stresi olmadığı için bu anları daha rahat yaşadım ve iyice sindirmeye çalıştım. Ardından ödül töreninde kemer tokamı aldım ve otelde duş yapıp bir iki saat dinlendikten sonra Golden Hour’u (30 saatlik zaman limitinden önceki saat) görmek için tekrar pistte gittik ve son gelenlerin sevincini izledik.

No Hands Bridge. Son kilometreler.


Son 2km'ye gelirken. Foto: Bob Hearn

Peki bu yarışı koştuğun diğer yarışlardan ayıran bir şey söyle desem ne dersin?

Kesinlikle istasyon gönüllüleri derim. Hiçbir yarışta bu kadar organize ve motive gönüllüler görmedim. Bir istasyona daha yaklaşırken gönüllülerden biri destek ekibiniz olup olmadığını soruyor. Eğer benim gibi yok ise hemen istasyona bilgi veriyor ve size özel bir gönüllü atanıyor. O kişi sadece sizin isteklerinize odaklanıyor. Suyunuzu dolduruyor, buz ihtiyacınızı karşılaşıyor, neye ihtiyacınız varsa sadece size yardım ediyor. Her istasyonda bu şekilde oldu. Hem son derece profesyonel hem de ultramaratonun ruhunu bilen gönüllüler. Bundan gerçekten etkilendim.  

Evet, yaklaşık 380 kişinin olduğu yarışta 1500 tane gönüllü görev almış. Bunların çoğu da yarışı daha önce koşmuş ve gelenlerin psikolojisini iyi bilen insanlar. Koşanların belki yarısının destek ekibi olduğunu da düşünürsen hem sayı hem kalite olarak müthiş bir oran. Peki son olarak buradan aldığın tecrübeyle bir kere daha koşacak olsan nelere daha çok dikkat edersin? İleride katılacaklara ne tavsiye edersin?

Bence her şeyden önemlisi sıcaklık antrenmanı, sonrasında ise 7000 metre inebilmek için yokuş aşağı iniş antrenmanları. Ama eğim profiline bakarak parkuru sadece iniş gibi düşünmek çok yanıltıcı olur. İniş daha çok olsa da toplamda 5500 metrelik yıpratıcı ve uzun tırmanışlar var. Bunların birkaç tanesi günün en sıcak saatlerine geliyor ve adeta enerjinizi emiyor.

Tabii ben bu sıcaklıkları normalden biraz daha fazla hissetmiş olabilirim çünkü Toronto hala yaz sıcaklıklarına tam anlamıyla ulaşmadı. Eğer bu yarışı Ağustos ayı sonunda veya Eylül başında koşmuş olsam vücudum biraz daha hazır olabilirdi. Dolayısıyla Türkiye'den gelen biri bu anlamda biraz daha hazırlıklı olabilir. Son tavsiyem de şu: nehirden sonraki Green Gate istasyonundan çıktıktan sonra hemen sağa dönün!

Özellikle bu son tavsiyeye katılmamak mümkün değil! Tekrar tebrikler, iyi dinlenmeler.





Yarış sonrası Pam Smith ve Bob Hearn ile. 




2 yorum:

  1. Çok ama çok tebrik ediyorum .Ayrıca harika bir yazı yine Aykut hocam .Saygılarımla ,

    YanıtlaSil
  2. Çok tebrik ederim, çok büyük başarı. Yalnız bitiş çizgisini geçer geçmez saati durdurmayı unutmaması da muazzam. Ben istisnasız her yarış sonunda unutuyorum, yarışın heyecanıyla :)

    YanıtlaSil