13 Ekim 2022 Perşembe

Spartathlon 2022 Yarış Raporu

Spartathlon parkurunda 90. km'ye yaklaşıyorum. Zeytin ağaçlarının arasında ilerleyen yolda çiftliklerden geçerek ilerliyoruz. Saat öğleden sonra 4'e geliyor. Sabahın ilk saatlerinden itibaren yakmaya başlayan güneşin etkisini kaybedip sıcaklığın etkisini kaybetmesi için henüz birkaç saat daha var. Son birkaç saattir bir şey yemek ve içmek istemiyorum. Özellikle sıcak havada 8-10 saat sonra sindirim sistemimin kendini kapatması yıllardır alışkın olduğum bir durum. Beni sonraki saatlerde neyin beklediğini biliyorum ama kaçınılmaz olanı beklemekten başka yapacak fazla bir şey yok. Rahat koşulacak yerlerde giderek yavaşlamaya başlayıp en ufak yokuşta yürümeye dönmek zorunda kalıyorum. 

2014'den beri burada 7. kez koşuyorum. "Tarihin Babası" da denilen Herodot, kaleme aldığı Histories eserinde, Pers saldırısına karşı zamanın en iyi koşucusu Pheidippides'in Atina'dan güneş doğarken yola çıkıp 246 km uzaktaki Spartalılardan yardım istemek için koşmaya başladığını ve ertesi gün güneş batmadan önce şehre ulaştığını yazmıştı. Buna istinaden 1982'den beri düzenlenen organizasyonda, her yıl başka yarışlarda çeşitli kriterleri sağlamayı başaran 400'e yakın koşucu Pheidippides'in ayak izlerini takip ederek bu mesafeyi 36 saat içinde tamamlamaya çalışıyorlar.

Budak, Aykut, Vesile, Mert, Hilmi

Kavurucu güneş altında ilerlerken bazı yerleri nasıl unuttuğuma şaşırıyorum. Seçici hafıza ile beyin belli bölümleri hafızadan silmeye çalışıyor olsa gerek. 102. km'deki istasyona ulaştığımda yarışta Budak'a destek veren arkadaşımız Mehmet Erkul beni görüyor. Birkaç dakika sandalyeye oturup su içmeye çalıştıktan sonra tuvalete gitmem gerekiyor. Geri döndüğümde Budak'ın geldiğini görüyorum. Ufak birkaç şey yedikten sonra işaret edip "Beni yakalarsın" diyerek yürümeye başlıyorum. 

Gerçekten de birkaç dakika sonra birleşiyoruz. Birkaç yüz metre koştuktan sonra beklenen şey gerçekleşiyor ve yolun kenarına ne var yok her şeyi çıkarıyorum. Yola devam ediyoruz ama toparlanmam için biraz vakte ihtiyacım var. Budak kendini iyi hissederken beni beklemeden devam etmesini söylüyorum. Bu başkasını bekleyebileceğiniz bir yarış değil, bitirmek için kendi yarışınızı koşmanız şart. Bir sonraki istasyona geldiğimde boş bir sandalye görüp oturuyorum. Elimdeki su şişesinden yavaş yavaş yudumlayarak kaybettiklerimi yerine koymaya çalışırken ben görmeden yanımdan geçen Vesile, yarış sonrasında yüzümün bembeyaz olduğunu söyleyecek. 

Aradan dakikalar geçiyor ve Hilmi'nin geldiğini görüyorum. Buraya gönderdiği çantasından bir şeyler alırken "ben yürümeye başlıyorum, beni yakalarsın" diyerek ayrılıyorum. 50 metre yürüdükten sonra aynı şey tekrarlanıyor. Bu kez Hilmi'nin önünde tüm içtiklerimi geri çıkarıyorum ve devam etmesini söylüyorum. Toparlanmaya çalışırken yanımdan geçen Mert'i de uğurluyorum. 109. km'ye ulaştığımda hava kararmak üzere. Dropbag'den fenerimi ve reflektörleri alıp takıyorum ama midemi sakinleştirmek için asfalta uzanmaktan başka çarem yok. Burada İsrail takımına destek olmak üzere orada bulunan arkadaşım Gilad Krauz benden habersiz aşağıdaki fotoğrafı çekiyor. 

109. km

***

Aslına bakarsanız benim için yarış burada veya bundan sonraki 10 saat içinde herhangi bir an bitebilirdi. Bitmesi için her türlü şart mevcuttu ama bitmedi. Yarış sonrasında bunun nedenlerini düşünmek için vaktim oldu. Aşağıda neden ve nasıl bitmediği üzerine bir beyin fırtınasına gireceğim. Bunun öncelikle kendim için faydalı olduğunu düşünüyorum ama eminim sizler de işinize yarayacak bir şeyler çıkarabilirsiniz. 

Sanırım öncelikle bir yarışı bırakmanın olası bazı sebeplerine göz atmamız gerekli. Özellikle yeni bir koşucu iseniz yeterince hazırlanmadan boyunuzdan büyük bir işe girişmiş olabilirsiniz. Belli bir noktada fiziksel olarak gücünüz kalmayabilir (çoğu zaman vardır ama beyniniz sizi olmadığına inandırır). Sizin için önemli bir yarıştır ama zihinsel olarak iflas edersiniz ve geri kalan yolda çekeceğiniz acıların buna değmeyeceğini düşünürsünüz. "Öylesine" katıldığınız, sizi çok heyecanlandırmayan bir yarıştır ve işler kötü gittiği anda zorlamak için bir sebep bulamazsınız. Beklentiler gerçekleri karşılamaz, yani yarış öncesindeki sıralama veya süre hedeflerinizin gerisinde kaldığınız için belli birisinin arkasında kalmamak veya arkalarda bitirmek istemediğiniz için bırakmak istersiniz. ITRA puanı/UTMB Indeksi gibi puanlarım etkilenmesin diye düşünebilirsiniz. Ya da işlerin iyi gitmediği bu yarışı fazla yıpranmadan bırakıp yakın tarihteki başka bir yarışta daha iyi sonuç almayı düşünebilirsiniz.

Örnekler çoğaltılabilir ve her zaman istisnalar olabilir ama kendinize karşı dürüst olursanız bırakma sebeplerinin ezici çoğunluğu bunlardan birinin altına girer. Elit seviyedekiler için sponsor ve medya baskısı gibi ek durumlar olsa da bu sebepler pek değişmez. (Bu seneki UTMB'de Jim Walmsley'nin 100. km'deki atağına karşılık veremeyen Kilian'ın bile 120. km'de bırakmayı düşündüğünü söylemesi ama Mathieu Blanchard'ın yanına gelmesi ile fikrini değiştirmesi ve tekrar motive olup yarışı kazanması bu durum için en yakın örnek). 

Sonuçta herkesin hedefleri ve motivasyonları farklı olduğu için bu karar tamamen kişiseldir ve kimse kendisi dışında birisine hesap vermek zorunda olamaz. Bu yüzden bundan sonraki yazacaklarım sadece kendim ile ilgili. Koşmaya başladığımdan beri hedeflerim zamanla değişti ama değişmeyen tek şey başladığım şeyleri bitirme hedefi oldu. Önündeki zorluklara rağmen bitirmeyi başaranlar beni en hızlı koşanlardan daha çok etkiledi ve daha çok ilham verdi. Bunun da etkisiyle neredeyse 15 yıldır, en kısasından en uzununa kadar bireysel olarak katıldığım her koşu yarışında ilk hedefim yarışı tamamlamak oldu ve bunu da bir şekilde gerçekleştirdim. Bunların hepsinde doğru karar olduğunu iddia etmiyorum, bazılarında bırakmak daha "mantıklı" olabilirdi. Ama adına ister inatçılık ister aptallık diyin, bir şekilde yarışların sonunu getirdim. Bu bence övünülecek bir şey değil çünkü yeterince çok yarış koşarsanız eninde sonunda bırakacağınız yarışlar olması kaçınılmaz. Ayrıca ileride belki bazı sebeplerle bu önceliğim değişecek. Hatta belki de bu düşünce yapısının olumsuz sonuçları olacak. Dediğim gibi herkesin öncelikleri farklı, benimki de bu.  

Tabii ki bu noktada öncelikle şanslıydım çünkü koşarken bacağım kırılmadı veya araba çarpmadı, yoksa en azından zaman limitlerine takılmak zorunda kalırdım. Yarışların sonunu getirmek de beni kimseden daha iyi yapmadı. Öyle olsa dünyanın en iyileri hiç yarış bırakmazdı. Ancak temel motivasyonum başladığım şeyi bitirmek olduğu için bu bana yıllar boyunca her türlü şartta "bitirme alışkanlığı" kazandırdı. (Not: Zamana karşı yarışlar bunlardan ayrıdır çünkü onlarda "DNF-Did Not Finish" diye bir şey yoktur. Kendi belirlediğiniz değişken hedeflere ulaşmak veya ulaşamamak vardır. Ben de bazılarında kendime koyduğum hedeflere ulaşamadım). 

Takdir edersiniz ki bu hassas bir konu ve kimseyi yanlış yönlendirmemek için bu konuya daha önce hiç girmediğimi blogun eski okuyucuları bilirler. Ancak bu yarışı bu konuya girmeden anlatmam mümkün olmayacağı gibi dürüstçe de olmaz. Burada asla kimseye bir tavsiyede bulunmadığımın altını çizmek istiyorum. Yarışı bırakmak zayıflık veya güçsüzlük demek değildir, bazı durumlarda daha zor ve doğru olan karar olabilir. Her sporda olduğu gibi bu sporun da belli riskleri ve aldığınız her kararın belli sonuçları var. Bu kararları herkes kendi verip olumlu ve olumsuz sonuçlarına katlanmak durumunda. Bu sebeple kimseden etkilenmeden içinde olduğunuz şartlarda en doğru olduğunu düşündüğünüz kararı vermekten vazgeçmeyin.

Gelelim bu konuya neden girdiğime. Bir ultramaratonu bitirmek için fiziksel ve zihinsel hazırlık gerektiğini biliyoruz. Bunun oranı yarıştan yarışa ve kişiden kişiye değişebilir ama genel olarak yarış mesafesi uzadıkça zihinsel gücün öne çıkacağını söylemek çok yanlış olmaz. Durum böyleyken, büyük sorunlar yaşadığınız zor bir ultramaratonu bırakmadan devam etmek için bence bir üçüncü faktör daha gerekli. Ben buna "bitirme alışkanlığı" veya "bitirmeyi alışkanlık haline getirmek" diyorum. Çünkü eğer karşılaştığınız en ufak sorunda bırakmaya alıştıysanız zor bir yarışta bunu tersine çevirmeniz mümkün olmaz. Ancak beyninize bitirme alışkanlığı kazandırdıysanız, o zaman bu gibi durumlarda bir çıkış yolu bulma şansınız olabilir. Yarışın geri kalanını bu gözle okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. 

***

Havanın karardığı 109. km'deki o istasyonda yatarken kafamdaki olumsuz düşünceler atağa geçiyor. Daha önce buna benzer durumlara birçok kez düştüğüm için en azından sabaha kadar neler yaşayacağımı az çok biliyorum ve bu da beni ürkütüyor. Bu yüzden zor bir şeyi ilk defa yapmak, dolayısı ile ileride çekeceğiniz acıları bilmemek, bu anlamda çok daha iyi. (Bu konuda Tayland'daki kaya sistemi içinde mahsur kalan çocukların kurtarılma hikayesini anlatan Thirteen Lessons That Saved Thirteen Lives kitabında harika bir bölüm var. Hem kitabı hem de aynı konudaki The Rescue belgeselini şiddetle tavsiye ederim. Bu arada kitabın yazarı John Volanthen'in hem dünyanın en iyi kaya dalgıçlarından hem de 2017'de Spartathlon bitirmiş bir ultramaratoncu olduğunu belirteyim).


Yarışa dönersek, evet bazen ileride yaşayacağınız acıları bilmek kötü ama tecrübenin de size öğrettiği bir şey var. "İşler sürekli kötüye doğru gitmez". Eğer zaman limitine yakalanmadan yeterince dayanmayı başarırsanız bir noktadan sonra işler düzelme eğilimine girer. Bu durum kısa yarışlarda birkaç dakika sürebilir veya benim durumumda Spartathlon koşarken 5-10 saat veya fazlası. Burada kendinize sormanız gereken iki soru var. Birincisi "Sonunda başarılı olup olmayacağının garantisi yokken bu mücadeleye girmek istiyor musun?". İkinci soru ise "Buna değer mi?" Eğer bu iki soruya da "çok net" bir evet cevabı verebiliyorsanız o zaman devam edersiniz. Tabii bu soruların cevaplarını yarışa başlamadan önce vermiş olmalısınız! Beyniniz bırakmak için son derece mantıklı onlarca bahane üretirken bu kararı vermeye çalışırsanız bu savaşı kaybedersiniz. Ben buna yarış öncesinde kanepeyi ve buzdolabını çekip kapının arkasına dayamak diyorum. Yarışa başlarken o kapıda en ufak bir aralık olmamalı. Aksi takdirde zor geçen bir yarışta o kapı açılır. 

Uzun yarışlarda birçok kez fiziksel ve zihinsel iniş çıkışlar yaşarsınız ama gerçek anlamda kırılma noktası bir veya iki tane olur. Bu yarışta çok fazlası olacak, onlardan ilki bu. 10 dakika sonra asfalttan kalktığımda hava kararmış olmasına rağmen hala soğuk değil ama hareketsizlik ve saatlerdir bir şey yiyememekten olsa gerek titreme başlıyor. Yanımda rüzgarlığım var ama kendimi hızlı hareket etmeye zorlamak için özellikle giymeden devam ediyorum. 

Yarım saat kadar kör topal gittikten sonra 1.5 km'lik uzun bir yokuşun sonundaki istasyona gelmek üzereyim. Yokuşun sonuna doğru ayaklarımı yerden kaldırmak zorlaşıyor, havuzda yürür gibiyim.  İstasyona girdiğimde 2018'den beri tanıdığım Güney Afrikalı arkadaşım Arthur'a destek vermek için orada olan, kendisi de ultramaratoncu eşi Alta ve iki kızı beni görüp yardıma ihtiyacım olup olmadığını soruyorlar. Burası yarıştaki 75 istasyon içinde dışarıdan destek alma izni olan 14 taneden biri.

Midemdeki krampları sakinleştirmek için yine asfalta yattıktan sonra limon olup olmadığını soruyorum ve 10 dakika sonra beni kaldırmalarını rica ediyorum. Uyuyamadığım için kaldırmalarına da gerek olmuyor. Bu arada bana midemi rahatlatacak çeşitli besinler öneriyorlar ama hepsi midemi daha fazla bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Zaten bir süre sonra içtiğim şeyleri tekrar çıkarıyorum. Neyse ki yanımda büyük bir torba var ve "temiz" bir iş yapıyorum. 

Zaman daralıyor, teşekkür edip gitmekten başka seçenek yok. Bana buldukları limonu alıp hareket etmeye başlıyorum. Sonraki istasyonda çorba var. Sadece birkaç yudum içebildikten sonra bırakıyorum. Oturduğum yerden biraz hızlı kalkıyor olacağım ki hatırladığım tek şey gözümün karardığı. Beni kaldırıp tekrar oturtuyorlar. Kadın görevlinin "Do you want to stop here? Burada bırakmak istiyor musun?" sorusu beni kendime getiriyor. Son birkaç saattir beynimde dönen bu sözleri bir başkasından duymak adrenalini pompalıyor. Biraz su ile hızlıca yüzümü yıkadıktan sonra kaçarcasına yürümeye başlıyorum. Yine bir kırılma noktası. 

123. km'nin zaman limiti 16 saat ve gece 11:00'e kadar ulaşmam gerekli. 2018'de buraya 12 saatte geldiğimi hatırlarken bu kez yaptığım hesaplar yetişmemin zor olduğunu gösteriyor. Üstelik beynim karşı çıkmanın zor olduğu bir teklifle geliyor. Şöyle ki, Spartathlon'da koşanların "Death Bus" adını verdiği bir otobüs arkadan gelir ve zaman limitine takılanları alarak ilerler. Yani destek ekibiniz yoksa bıraktığınız yerden sizi hemen alıp bir iki saat içinde otelinize götürecek bir araç beklemeyin. Ben henüz binmek zorunda kalmadım ama binenlerin anlattığına göre otobüse bindiğinizde yerler dolana kadar istasyonları tek tek dolaşıyor ve Sparta'daki otele varmanız çoğu zaman en az 6-7 saat sürüyor. 

Bu gerçeği bilen beynimin yaptığı teklif çok çekici. Budak'a destek olan Mehmet arkadaşımızda araba var. Eğer zaman limitine yetişemeyeceksem otobüse binmek yerine Mehmet'in arabasına binmek son derece mantıklı. Hem böylece otobüste saatlerce boş boş oturmak yerine halen koşan diğer arkadaşlarıma destek olabilirim. Beynim bunun "ulvi bir görev" olduğuna beni inandırmak için elinden geleni yapıyor. Neyse ki Budak iyi gidiyor ve Mehmet'in uzakta olduğunu öğrenip ona devam etmesini söylüyorum. Böylece bu seçimi yapmak zorunda kalmadan düşünceyi savuşturuyorum. Bir kırılma noktası daha. 

123. km'ye giderken elimdeki limonu ara ara emmek midemi rahatlatıyor. Son gücümle zaman limitine 8 dakika kala istasyona yetişip dropbag'imi alıyorum. Vücudumdaki her hücre asfalta uzanmak istiyor ama yattığım anda benim için yarışın biteceğini biliyorum. Sandalyeye oturup ufak bir helva parçası alıyorum. Spartathlon'da 75 tane kontrol noktası ve her birinin kendine ait ayrı zaman limiti var, dolayısı ile işler kötü gittiği zaman bir yerde uzun süre dinlenme şansınız yok. Burası CP 35. Bundan sonra 40 tane daha zaman limiti var, ilki sadece 4.1 km sonra. 

Ben bir iki dakika oldu zannederken 5-6 dakika geçmiş. İstasyondan saat 10:59'da yani limitten saniyeler önce çıkıyorum. Sonraki istasyona kadar 1.5 km düz, 1 km yokuş, 1.5 km iniş var.  Beynim "elinden geleni yaptın ama olmadı. İyi mücadele ettin" diyor. 

Gerçekten iyi mücadele ettim mi yoksa zaman limitine yetişememek kendimi iyi hissettirecek güzel bir bahane mi? Gerçekten yetişmek istiyor muyum yoksa bu eziyetin bitmesi için kendimi sonuna kadar zorlamıyor muyum? Bunlar önümüzdeki aylarda kafamı meşgul edecek bazı sorular. 

Yokuşu koşacak enerjiyi bulamıyorum ama inişe geçtiğimde bacaklarım çok iyi. Elimden geleni yapmadan pes edersem bu beni çok uzun süre rahatsız edecek, bunu iyi biliyorum. Yerçekimine kendimi bırakıp kalan tüm gücümle koşuyorum. İstasyona geldiğimde "birazdan kapatıyoruz, hemen çıkman lazım" diyorlar. Yarım bardak kolayı kusmadan içtikten sonra durmadan devam ediyorum. Bir sonraki istasyona limitten 3 dakika önce giriyorum. Az sonra yokuş başlıyor ve arkamdan kuvvetli bir far ışığı geliyor. Yanımdan geçerken bunun otobüs olduğunu görüyorum, dakikalar önce geçtiğim istasyonda takılanları almış sonraki istasyona gidiyor. Yedinci kez koştuğum yarışta bu otobüsü ilk defa yakından görüyorum. Bir anda adrenalin pompalanıyor ve nereden geldiği belli olmayan bir enerji bana yokuşu koşturmaya başlıyor. "O otobüse binmeyeceğim. Bu yıl değil". Sonraki istasyona limitten 7 dakika, bir sonrakine 11 dakika önce geliyorum. 160. km'ye kadar uzun uzun yokuşlar var, eğer bu bölümlerde parça parça koşabiliyorsanız zaman limitlerinin giderek önüne geçmeniz mümkün. 

160. km'ye geldiğimde zaman limitinin 45 dakika önündeyim. Patikadan dağ tırmanışına başlarken bir şey unuttuğumu düşünüyorum ama ne? Zirveye gelirken fenerimin uyarı vermesi ile sorunun cevabı netleşiyor. Evet, önceki istasyonda fenerin pilini değiştirmeyi unuttum. Neyse ki Petzl Swift RL fenerde bir acil durum modu var var pil azaldığında kendini korumaya alarak en az 1 saat daha yetecek kadar bir ışıkta gitmenize olanak sağlıyor. Az ışıkta dağ inişi biraz daha tedirgin edici oluyor ama tekrar asfalta çıktıktan sonra sorun kalmıyor. Zaten bir saat sonra hava aydınlanacak. 

165. km'den 200. km'deki uzun yokuşa kadar tam istediğim gibi serin bir hava var. Zorunlu istasyon molaları dışında bu bölümü rahat ve hızlı koşuyorum. Böylece 4-5  saat içinde zaman limitlerinin 1.5 saat önüne geçiyorum. Ultramaraton koşanlar "second wind/ikinci rüzgar" denilen bu canlanmayı çok yaşamışlardır. Böyle uzun yarışlarda bazen üçüncü ve dördüncüsü bile olur. Bu bölümde midemin kabul ettiği şeyler biraz helva, biraz kola ve WUP'un karbonhidrat ve elektrolit tozu. İkinci gün hava tekrar 35 dereceye çıkacak. Bundan sonra yapmam gereken aptalca bir risk almamak, sindirimi kontrol altında tutmak, sıcağı yönetmek ve sağ salim finişe ulaşmak. 

Bu yıl yarışı destek ekibi olmadan yalnız koşuyorum, bu yüzden diğer arkadaşların durumundan haberim yok. Mert'in yanından 165. km civarında geçmiştim ve iyi görünüyordu ama Vesile'den ancak sabahın ilk saatlerinde tekrar yakaladığımda haberim oluyor. Hilmi'nin 123. km'de, benim zaman limitinden saniyelerle önce ayrıldığım istasyonda, durmak zorunda kaldığını ondan öğreniyorum. Vesile ise herkes gibi biraz yıpranmış ama çoğu kişiden iyi durumda. Sadece biraz morale ihtiyacı var. 

10 dakika boyunca yanında giderken geri kalan yolda onu neyin beklediğini anlatıp bitirmek için yeterli zamanı olduğuna onu inandırıyorum. Bence bu durumlarda yalan söyleyip her şeyi kolay göstermeye çalışmak yerine doğruyu söylemek daha iyi. İleride hala zor bölümler olduğunu ama bu şekilde devam ederse başarması için zamanının çok yeterli olduğunu anlatıyorum. Şu anda ne kadar acı çekse de dünyada birçok insanın yıllarca hayalini kurduğu şeyi yapmakta olduğunu hatırlattıktan sonra finişte görüşmek için sözleşiyoruz ve ilerliyorum. Ondan ayrılırken bitireceğinden hiç şüphem yok.


İlk 100K içinden kareler

Son 50 kilometrede yıllardır tanıdığım birçok koşucu ile karşılaşıyorum. İstasyon görevlileri beni biliyor, ben de onları. Hepsi ikinci bir ailem gibi. Son 20-25 km'nin bir bölümünü ise İrlandalı arkadaşım Don ile koşuyoruz. İlginç ve ilham verici bir hikayesi var. 2015'te yarışa katılıyor ama bitiremiyor. Ertesi sene ablasında ender görülen bir karaciğer hastalığı ortaya çıkıyor ve kendi karaciğerinden bir parçayı ablasına veriyor. Birkaç sene boyunca ağır spor yapması yasaklanıyor. 2020'de tekrar uzun koşmaya başlıyor ve bu yıl tekrar katılma hakkı alıp yarım kalan hedefini tamamlıyor. 

Son 50 km'nin tamamının güle oynaya geçtiğini söyleyecek değilim ama aynı yarışta birçok defa uçurumun kıyısına gelip geri döndüğünüzde sizi artık hiçbir şey korkutamıyor ve moralinizi bozamıyor. Bitmeyecekmiş gibi gözüken geceden çıkabildiğim için kendimi kutlayıp en sevdiğim yarışta bir kez daha finişe koşabildiğim için ne kadar şanslı olduğumu sürekli kendime hatırlatıyorum. 

Son 10 km'de aptalca bir şey yapmadan kontrollü şekilde hızımı arttırarak yedinci kez Leonidas'ın ayağına dokunuyorum. Bu yıl 380+ kişinin başladığı yarışta, 123. km'de sondan 9. sıraya indikten sonra 79. olarak tamamladığımı daha sonra öğreneceğim. Bu sene toplam bitiren sayısı ise 182. (%48). 



All's well that ends well, ya da sonu iyi biten her şey gerçekten iyi midir? Bunun cevabı hayatın her alanı için aynıdır diyemem ama Spartathlon özelinde benim için doğru bir söz. Bu kadar uzun yarışlarda başlayan herkesin çok çeşitli problemleri olması kaçınılmaz. Benim açımdan bakınca bazı ekstra problemlere rağmen bu yıl finişe ulaşabilmemin temel sebebi yukarıda bahsettiğim "bitirme alışkanlığı" oldu. Herkes gibi benim de başaramadığım bir yıl olacak. O yıl bu yıl olmadığı için çok mutluyum. 

***

Bütün bunlara değer mi? Yarışı koşup bitirmenin size kattıkları ve öğrettikleri yanında bence hazırlık dönemi ve yarışta yaşadığınız zorluklar bunun için son derece küçük bir bedel. Bu iş vücuda zararlı değil mi diyeceklere de söylediğim şey hep aynı. Vücudunuzu yeterince hazırlamadan yaptığınız her şey zararlıdır. Yeni başlayan birinin bir anda 10 km koşmaya çalışmasının belki çok daha zararlı ve tehlikeli olması gibi. Bu bir anda karar verip koştuğunuz bir yarış değil,  ancak yıllarca belli bir altyapı sağladıktan sonra yaptığınız bir şey.

İşin bu tarafını belirttikten sonra, ne kadar iyi hazırlık yapmış olsam da bir kerede 250 km koşmanın vücut için çok iyi ve faydalı bir şey olduğunu iddia edecek değilim. Sadece kas ve iskelet sistemine değil, dolaşım sisteminden endokrin sisteme kadar birçok stres oluşturduğu bir gerçek. Ancak bu streslere hazırlıklıysanız yılda birkaç kez yapılan bu seviyedeki aktiviteler,  yılın geri kalanında sizi her bakımdan çok düzenli yaşamaya zorluyor. Uykudan beslenmeye kadar hayatınızı her yönden düzgün yaşamanız gerekiyor. Uzun mesafe koşanlar sağlıklı olmak için koşmuyorlar. İstedikleri gibi koşabilmek için sağlıklı yaşamaları gerektiğini biliyorlar. Bu çok önemli bir nüans. 

Burası daha işin sadece fiziksel bölümü. Bir de bunun size zihinsel olarak kattıkları, kendiniz hakkında öğrettikleri, hayata bakışınızı değiştirmesi ve dünyaya çok farklı bakan insanlarla tanışmanız gibi ölçülemeyecek faydalar var. Olaya geniş perspektiften bakıp iki tarafı tartıya koyunca ve koşmadan önceki hayatımı da düşününce benim için bu sorunun pek bir anlamı yok. 

***

Spartathlon'a katılan ülkelerin takım tişörtleri yapması geçmişten beri gelen bir gelenek. Bu yıl Spartathlon'un 40. yılı olduğu için Kerem bize özel bir tasarım yaptı ve yine herkesin büyük beğenisini kazandı. Önündeki yazının ne anlama geldiğini merak ediyorsanız buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. 



Bu yıl bildiğiniz gibi ilk kez yarışa Türkiye'den 5 kişi olarak katıldık. Daha önce yarışı bitirmiş olan Hilmi Güven ve Mert Derman'ı zaten yakından tanıdığınız için anlatmama gerek yok. İlk kez koşanlardan Budak Timuralp benim 35 yıllık arkadaşım. Kendisinin koşuya başlama ve 7 senede buraya kadar gelme hikayesi oldukça ilginç ve ilham verici. Merak ediyorsanız detaylarını buraya tıklayarak görebilirsiniz. 

Son olarak takımımızın tek kadın üyesi Vesile Yılmaz Anatça hakkında ayrıca bir şeyler yazmam gerek. Bildiğiniz gibi Vesile, Spartathlon'un 40. senesinde bitiren ilk Türk kadın oldu. Vesile'nin bitirmesi birçok kişiye ilham ve cesaret verecektir. İster erkek ister kadın olsun, önümüzdeki yıllarda bizlerden çok daha iyilerini yapacak arkadaşlarımızın olacağından en ufak şüphem yok. Olması gereken de bu. Fakat burada bir noktanın altını çizmek ve naçizane bir uyarıda bulunmak istiyorum. Eğer "Vesile yaptıysa ben de rahat yaparım" gibi bir düşünce yapısına girerseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Vesile fazla yarış koşmuyor ve kendisini ön plana çıkarmayı çok sevmiyor. Vesile'nin çocukluktan beri gelen farklı disiplinlerdeki spor altyapısını, bu yarış için çok uzun süredir nasıl antrenman yaptığını, ne tür fedakarlıklar gösterdiğini ve başarmayı ne kadar çok istediğini çoğu kişi bilmeyebilir ama ben biliyorum.

Bu yüzden doğru düşünce tarzı, "Vesile yaptıysa ben de rahat yaparım" değil, "Eğer Vesile kadar iyi hazırlanır ve en az onun kadar istersem ben de yapabilirim" olmalı. O zaman sadece Vesile'den değil herkesten çok daha iyilerini yaparsınız. Vesile hakkında son söyleyeceğim ise şu. Kendisi harika bir koşucu olmasının yanında müthiş bir insan ve takım üyesi. Beni daha çok sevindiren şey ise onun gibi birisinin ülkemizde aktif olarak Beden Eğitimi öğretmeni olarak görev yapması ve çocukların hayatına dokunması. Onun öğrencileri ilerleyen yıllarda belki tek bir adım bile koşmayacaklar ama hangi alana yönelirlerse yönelsinler böyle bir öğretmenleri olması hayatlarına müthiş bir vizyon katacak. Bence bir çocuğun okulda öğrenebileceği bundan daha önemli bir bilgi yok.  

Bu yıl yarışta birlikte ter döktüğümüz tüm arkadaşlarıma, Salomon Türkiye ekibi başta olmak üzere destekleri için Suunto Türkiye, WUP Sports, Yüksek İşler, tişört sponsorumuz Rotafilo'ya ve yıllardır en güzel tasarımları yapan sevgili dostumuz Kerem Yaman'a ve buff konusundaki desteği için Ufuk Öztürk'e büyük teşekkürler. Uzaktan destekleri için kardeşim Aytuğ ve Suna Altan'a ve mesajlarıyla destek veren tüm dostlarıma özel teşekkürler.   

Tüm sonuçlar için tıklayın

7 yorum:

  1. Pioneer ❤️

    YanıtlaSil
  2. Tebrikler Aykut hocam, her zamanki gibi ilham verici bir deneyim ve aktarım. Ayağınıza, azminize sağlık!

    YanıtlaSil
  3. Tekrardan tebrikler Aykut abi. Uzun zamandır bloglarını takip eden biri olarak, yarış içinde yaşadığın kötü süreci nasıl tam ters yöne çevirmeyi başardığını çok net bir şekilde kaleme aldığın için öncelikle bu güzel yarış raporu için çok çok teşekkürler. Yarış koşmanın dışında hazırlık sürecinin de ne kadar zor olduğunu yazının sonunda benim gibi amatör koşuculara tekrar hatırlattığın içinde ayrıca çok teşekkürler. Sormak istediğim soru şu abi sence neden mide problemini bir türlü atlatamadın ? yada midendeki bu soruna neden olan ne ? Bunlarıda şu sebepten soruyorum. Koşu esnasında pek çok şey tecrübe etsekte bazı problemleri çözmek imkansızmı aceba diye düşünüyorum. Öncelikle kendinle ve 246km'yle zaman limitinin son saniyelerine kadar mücadelenden dolayı seni yürekten tebrik ederim abi. Bizim gibi amatörlere çok iyi örnek bir sporcu oluyorsun. Kıbrıstan çok selamlar.

    YanıtlaSil
  4. Aykut hocam ,her zaman ki gibi bizlere ışık oldunuz, koşuda her yorulduğumda aklıma gelir sözleriniz cappadocia ultramarathonda ki cesaretlendirici sözleriniz hala aklımda ,ayaklarınıza yureğinize sağlık tebrik ederim nice guzel başarılarınıza 🙏🏻

    YanıtlaSil
  5. Aykut hocam çok tebrikler, herzamanki gibi harika bir rapor, adeta içinde bulunmuş gibi hissettim🤗🤗🤗 hemen her konuda tecrübe edinecegimiz bir çok ayrıntıli bir yazi eline emeğine sağlık.Ülkemiz adına gurur verici,seni ve arkadaşları yürekten kutluyorum ❤️. Sevgiler

    YanıtlaSil
  6. Yine her zamanki gibi bir solukta okuduğum, aynı zamanda derin düşüncelere dalıp çıkarımlar yaptığım çok değerli bir rapor olmuş. Koşan koşmayan, yaşı işi ne olursa olsun herkesin kendinden bir şeyler bulacağı, kendine bir şeyler katacağı çok özel bir deneyim daha paylaşmışsınız. Dikenli yolları açmaya devam ediyorsunuz. İnsanın kendini bilmesi yolculuğunun en güzel örneklerinden birini yaşıyor, yaşatıyorsunuz. Koşmanın bu yönünü çok seviyorum. Buna şahit olmak çok güzel. Finişe varmanız veya varmamanızdan çok daha önemli yolculuğun kendisi, tıpkı yaşam gibi. Kutluyorum. Başarılarınız daim olsun, sevgiler...

    YanıtlaSil
  7. Yazi guzel ve sonuc sevindirici. Yalniz yazinin son kismindaki Vesile yaptiysa bolumune takildim. Kim neden boyle bir sey dusunsun ki? Bu kismi yazmaya neden gerek gordunuz? Vesile hanimi tanimiyorum ama kadin diye o yaptiysa diye dusunulebilecegini ongorup bu kismi yazdiysaniz gercekten cok uzucu. Yok eger Turk kosu dunyasi icinde donen bir konuya referanssa o zaman genel okuyucu anlamiyor, soylemis olayim.

    YanıtlaSil